Giyim kuşam zarifliğine değer vermekle beraber, hemcinslerimin üzerindeki elbiselerin dikimindeki kusursuzluk derecesine hiç aldırış etmem çok kere.
Ama bir akşam, Milano’da özel bir toplantıda tanıştığım kırk yaşlarında görünen bir adam, sırtındaki elbisenin pürüzsüzlüğü ve kesilişindeki mutlak güzellikle gerçekten göz alıyordu.
Bilmiyorum
Halk ölüyor, kendi ölümüne alışmış. Çocukların ölümü, kadınların güçlerinin üstünde çalışmaları,herkes için, özelikle de yaşlılar için açlık gibi ölümle sonuçlanacak yaşam biçimleri oluşmuş halk arasında. Ve halk bu duruma öyle yavaş yavaş gelmiş ki, durumunun korkunçluğunu kendisi de görmüyor ve bundan yakınmıyor. Bu yüzden biz de bu durumu doğal
Zamanın örtüsünü yavaş yavaş sıyırdı. Hayatı tekrar tekrar bilincine sızdı. Acılı ve kasvetli, kayıplarla, kederle dolu olsa da onun da bir hikâyesi vardı. Dr. Mavi, onun da bunu fark etmesini istiyordu.
İçini açmaktan korktuğu kutu gibi, geçmişine bakmaktan da korkuyordu ama bir kere kutunun kapağını kaldırmıştı. Oradaki boşlukları,
Gece saat on ikiyi on geçiyor.
Taksim’de saatin altında tramvayı bekliyorum.
Öyle olmasa, bu kadar ince eleyip sık dokumaya lüzum görmez;
vakit gece yarısını geçmişti, derdim.
Epey oluyor. Baharın bu soğuk günlerinde, şu devam eden kıştan
bir buz gibi gece, hatırıma geliyor. O zamanlar daha Camlı Köşk’ün camları ve hanende ilânlarının
Öncelikle belirtmeliyim ki eseri ne kadar özümseyerek okumaya çalışsanız da sayfalarının içinde hızla ilerleyeceksiniz. Bir insanın kendini her şeyden soyutlayarak mı yoksa yaşayarak mı öz benliğine ulaşacağını felsefi bir dil ile yazan Hermann Hesse aldığı ödülü sonuna kadar hak etmiş. İnsanın içsel çelişkilerini, kendine yetmediği zaman başka
"İnsan doğanın içinde ama doğadan kopmuş, kendi kendinin ayrı bir varlık olarak ayırdında olması, kendini dayanılmaz derecede yalnız, güzçsüz ve kaybolmuş hissetmesine neden oluyor. Bu düyaya gelmiş olmak durumu, bir sorun yaratıyor. İnsan doğduğu anda yaşam insana bir soru sormuş oluyor. İnsan bu soruyu her an yanıtlamak zorundadır. Yalnız zihniyle, yalnız gövdesiyle değil ama o düşünen, düş gören, uyuyan, karnını doyuran, ağlayan ve gülen adam - bir bütün olarak insan- bu soruya bir yanıt bulmalıdır. Yaşamın ortaya koyduğu bu soru nedir? Soru şudur: Bu ayrıklık, bölünmüşlükten gelen yalnızlık yaşantısının acısından, mahpusluğundan, utancından kendimizi nasıl kurtarabileceğimiz, kendi kendimizle, çevremizdeki insanlarla ve doğayla nasıl birlik kurup bütünleşebileceğimiz? Şu yada bu yolda insan bu sorulara bir yanıt bulmak zorundadır; hatta deliler bile benliklerinin kabuğuna çekilerek böylece ayrıklığın, bölünmüşlüğün korkusunu yenmeye çalışarak, kendilerinin dışındaki gerçeği silip yok ederek, bu soruya bir yanıt bulmuş oluyorlar."
“Deneyim vardığımız yer değil, gittiğimiz yoldur. Bunu sen de biliyorsun...
Yolda yaşadıklarımız, karşımıza çıkan şeyler bize dokunur, zorlar, bozar, rahatlatır ve bizi değiştirir. Eğer yolculuğu yaşayıp ona dikkat edersek ancak o zaman gelişebiliriz. Kendimize gösterdiğimiz özendir bu dikkat, değişirken diğerlerini tatmin edecek, eğlendirecek herhangi bir şeye değil kendimize dönüşmemizi sağlar. Dikkat Duru. O sahne, hazırladığımız gösteri için bir yol, ifade ettiğimiz şeyin rahmi. O gece her birimiz o sahneden doğacağız. Kendi ellerimizle, hayallerimizle yarattığımız sahneden. Her köşesinde var olduğumuz o sahneden.Senin bir kez bile dikkatlice bakmadığın bir sahne bu Duru ve sen o sahneden ilk doğan olmak istiyorsun. Bunu hak ediyor musun? Hayat bir savaş. Kendin olabilme, kendini bulabilme
savaşı! Doğmak yetmiyor, kendini bulmak için savaşmak gerekiyor Duru. Senin savaşın ne? Kimin için, ne için savaştığını biliyor musun? Kendini bulmak için savaşabilecek misin?”
En sevdiğim ve beğendiğim hanım şair desem yeridir. Gerçi şiirin cinsiyeti olmadığı gibi şairinde olmaz. Arada bir huzur bulmak için kaçmalık şairlerden. İlk kitabı da çok güzeldi.
Yolda AnlatırımEmel Özkan · Profil Yayıncılık · 201616 okunma