Bir trene binmek, rastgele defolup gitmek istiyorum, der
Attila İlhan Sisler Bulvarı'nda. Hepimizde var o biraz yola çıkma isteği, kimimiz olduğumuz yerden kaçmak istiyor, kimimiz anlamını kaybettiği hayatı yeniden bulmak. Sahi, sizinki neden?
Hayatın anlamı nedir?
Yaşıyor mu yoksa sadece nefes mi alıyoruz?
Sanki hep bir şeyler eksik gibi ama
Michel Marini, Cezayir Savaşı'nın devam ettiği dönemde 12 yaşında bir gençtir. Michel matematikten nefret eden, kitap okumayı çok seven, fotoğrafçılığa meraklı, rock'n'roll hayranı, usta langırt oyuncusudur. Balto isimli cafede langırtta şampiyondur. Günün birinde o cafedeki arka odayı keşfeder. Burası Demir Perde ülkelerinden
Hayat o kadar hızlı akıp gidiyor ki insan hiçbir şeyin farkına varamıyor. Ama ne zaman ki yaşlanıyor, etrafına verdiği zararları yavaş yavaş hatırlamaya başlıyor. Sonra da diyor ki 'Şimdiki aklım olsa hayatta yapmam!' diyor da, ne fayda? Mesela ben biliyorum ki bin defa da doğsam bin defa pişman olurum doğduğuma. Belki de can yakmak için gelmişimdir bu dünyaya bir de pişman olmak için? Gerisi de biraz tango, biraz palavra…
Hayat akıp gidiyor..
Zaman kimseyi beklemez, böyle bir derdi de yok zaten zamanın..
İnsan zamanın sırrını anlayana kadar hep böyle olacak..
[ Güven Taşdemir ]
İlk bölümü okurken daha karaktere bağlanmamışken bile Shannon’un çektiği acıya empati duyarken onun için üzülürken buluyorsunuz kendinizi. Yazar duyguları o kadar iyi işlemiş ki siz Shannon ve Johnny oluyorsunuz. Shannon’un aile, okul travmaları; Johnny’nin sakatlığı, çektiği fiziksel acı ve kaybetme korkusu bir parçanız haline geliyor.
Zaman nasıl da akıp gidiyor dünyada
nesiller gelip geçiyor
kısacık bir an için de olsa-
bir özlem
biraz umut biraz sevinç
doğduğunda
sevinç yok oluyor
iç çekişler kesiliyor
ve tekrar nesiller nesilleri kovalıyor.
-Bu kervan nereye gidiyor?
- Gelişmeye ve değişmeye muhtaç olan bu kâinat her zaman yürümeye mahkûm bu kervan, hayalin bile kavramaktan âciz kaldığı eşsiz bir sırra, ilâhî güzelliğin nuruna doğru akıp gitmektedir.