Sen meyve yüklü dalları eğilmeye yüz tutmuş ağaçlar gibi ev, bark ve saadet hapsinde sin. Su bulaşmamış nilüfer gibi. Zira nilüfer suda açar ama suya bulaşmaz. Suyun içinde yetişme sine rağmen nemsiz. Ve insan! Sen, sen! Ey Tan ri'nın kendisinde nefes aldığı sen! Sen, bütün hayvanların ve bitkilerin evi olan ve onlar için yaratılmış bulunan bu bataklığın içindesin. Bü tün onların cinsinden yaratılmış olan "sen" bu görünür sen değilsin. Tıpkı nilüfer gibi, haberdar olmadığın meçhul içeriler üzerinde parıldayan bir güneşin altında bütün varlığını bir emzirici ağız yap. Bizi günbegün parça parça kendimizin kurbanı eden bu sözler, dedikodular, çağrılar, çabalar; gündelik parça parça fedakarlıklar, zek ler, düşmanlıklar, nefretler; insanı fare, domuz ve kurt gibi bir hayvan karikatürü haline getiren, dönük ve küçük düşürücü olan her şey, yere insanın kendi efendiliğini, liderliğini, izzetini, tanrılığını, Tanrının yeryüzündeki temsilcisi oluşunu anlamamasına sebep olur. O, sadece ve sadece kendisine yani "böyle bir varlık'a verilmiş olan, kendi tekelinde bulunan bu değer ve jm kanları fark etmez. Kendisini kolayca zillete sürükler, başkasına feda eder, başkasının kölesi haline getirir, hatta başkasına kolaylıkla yağcılık eder.
Her dramin bir baş kahramanı olur. Hepsi de birbirinden üs-
un olmak üzere bunun üç kahramanı var Hasan Ali Yücel, Falih
Rifki Atay, Nevzat Tandogan... Hiçbir şövalye romanında eşi ol-
miyan üç kahraman, üç siláhşör..
Hasan Ali zeká ve nüktesiyle, Falih Rifkı kalemi ve polemigi
ile Nevzat Tandoğan polis dayağı ve hapsiyle üç korkunç kahra-
man ki silahlar atom, hidrojen ve kobalt bombalarından daha
yakıcı..
Ortaklaşa bir tarafları da var: Üçünün de kökü Türk değil.
Tabil bunu mühim bir şey olduğu için değil, hâtıra kabilinden arz
ediyorum. Gel de irkçı olma!
Üç silahşör, yıkıcı silâhlarını Türkçülüge yöneltip ateş açarak
tozu dumana kattılar. Bir ara göz gözü görmedi. Duman sıyrıldık-
tan sonra bir de baktılar ki silâhları geri tepmiş ve kendilerinin
yüzü gözü kapkara olmuştur. Meğer tabancalarındaki barut, ba-
rut değil, kömür tozu imiş...
"Ona bir zekà verdiniz ama vicdan vermediniz. Hedefine ulaşmak için her şeyi mübah görüyor, insanlara ne zarar vereceğini, ne hissettireceğini önemsemiyor. Kötülük bundan başka nedir ki!"
▪︎ Bir sonraki seçim zamanı geldiğinde ve siyasetçiler oyunuzu istediğinde bu siyasetçilere 4 soru yoneltin.
1. Seçilirseniz nükleer savaş riskini azaltmak için ne tür önlemler alacaksınız?
2. iklim değişikliğinin risklerini azaltmak için ne tür girişimlerde bulunacaksınız?
3. Yapay zekā ve büyomuhendisliği gibi sıçrama yaratacak nitelikte teknolojileri düzenlemek için ne gibi uygulamalarda bulunacaksınız?
4. 2040 dünyasının nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Aklınıza gelen en kötü ve en iyi senaryo?...
● Bu soruları anlamayan ya da geleceğe yönelik anlamlı bir vizyon oluşturmaktan aciz bir şekilde durmadan geçmişten bahseden siyasetçilere oyunuzu vermeyin!!!
Küçük Asya'da, tiyatırdaki Türk gibi (açılış buselik, acemaşiran peşrev, kapanişta on bir diye'zek) kirli çıkınından dansözlere kuruş saçıp cümle kapısında sersefil, paşalara on para sadaka için musallat oluyormuş.
Hepimizin sosyal, duygusal zek'aya ve bütün bunların önünde ahlâki zekâya ihtiyacımız var. Ahlâki zek'a ötekine yardım edebilme, duyguları iyi okuyarak başkasıyla hemdert olabilme yeteneği demek.
Anlaşıldığına göre, güncel yapay zekâ algoritmaları için ilinti ya da anlamlılığın bir önemi yok: Neyi ezberlemelerini istersek onu ezberliyorlar. Bu, yapay zekânın yararlı bir özelliği olsa da insan zekâsına pek de benzememesinin nedeni aynı zamanda. Yapay zekâ hangi problemlerin ilginç ya da belirli bir durumla ilintili olduğuyla ilgilenmez; ona yüklediğimiz her şeyi ezberler sadece. İster bir milyar fotoğrafta atı zebradan ayırt etsin ister gezegen üstündeki bütün havaalanlarından uçuş verilerini izlesin yapay zekânın, istatistiksel bağlam dışında neyin önemli olup neyin olmadığına dair bir algısı yoktur. Modern yapay zeká, Michelangelo'nun belirli bir heykeli karşısında büyülendiğine kendiliğinden asla karar veremeyecektir; tıpkı koyu çaydan nefret et tiğine ya da doğurganlık sinyalleri karşısında uyarıldığına veremediği gibi. Yapay zekâ, on bin saatlik yoğun çalışmayı on bin nanosaniyede yalayıp yutabilir ama bazı sıfır ve birleri, diğer sıfır ve birlere tercih etmez. Sonuç olarak etkileyici başarılar elde etse de insan gibi olma başarısının yanından bile geçemez.