Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Cem

...bir ağacı ya da bir hayvanı asla yalnızca bir ağaç ya da hayvan olarak görme. Bunlar Allah'ın yeryüzündeki işaretleri olmakla birer kitap gibi okundukça büyür ve anlam kazanırlar.
Sayfa 10
Reklam
Fakat ne yaparsam yapayım gelmiyordu Ses. Özlemine dayanamadığım günlerden bir gün, yataktan kalkıp doğruca Deli Kadir'e gittim ve bir solukta olan biteni anlattım. Eşsiz bilgeliğiyle şöyle cevapladı beni: "E, büyüdün artık, Rüya . Sadece çocuklar duyduğu her sese kulak kabartır. Baktığı her şeyi görür, hissettiği her duyguyu yaşar ". Çok sonraları şair Louis Glück'ün buna benzer bir dizesine rastladım: "Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi, hatıradır".
İnsan dışındaki varlıklar, baktıkları yeri belli etmezler. Büyük bir incelik ve zarafet göstergesidir bu. Sadece insanlar gözleriyle başkalarını rahatsız eder. Hayvanlar kafaya bakar, mantarlar göğe, bitkiler her yere. Dağlar yükseklere bakar, ovalar kendi içine. Nehirlerse hiç bir yere bakmadan öylece akar. Oysa insan, gözbebeklerini arsızca bir noktaya diker ve soyup soğana çevirir karşısındakini. Göze bakarak niyet okur o. Üstelik bunu yaparken izin dahi almaz. Ve baktığı, dokunduğu her yerde silinmesi imkansız izler bıraktığını katiyen umursamaz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bugün hayatta olmayan bütün sevdiklerimiz ruhumuzda gölgeler halinde yaşıyor. Onlara bakarak bir yön bulabiliriz. Sadece bu anda değil, ama aynı zamanda geçmişte de yaşıyoruz. Geçmişim benim evimdir. Kim olduğum bilgisi bir tereddüte dönüştüğünde, ancak oradan bir aks-i seda alabilirim. Bir yıl içinde, tanıdığım ne çok insan sonsuzluk âlemine kanatlandı. Ölümün bilgisi, bizi bu dünyaya iştahla abanmaktan alıkoyar. Ölüm, ağzımızın tadını bozar. Ağzının tadı bozulmuş birisi olarak sıramı bekliyorum.
Sayfa 40
"Öğütülüyor muyuz?" yazısının girişi...
"Solmuş ve dalından kopmuş bir yaprak... Araba altında kalmış bir kedi... Sökümüne başlanılmış bir eski bina... Kütüphanede tozlanmaya terkedilmiş bir şaheser... Miras masasına oturtulmuş bir ömür... Ve daha niceleri... İşin garibi, bu dünyaya yeni ayak basanlar, mâzinin bu değişken manzarasını görmez, göremez, yahut görmezlikten gelirler.
Reklam
bütün zeytin tanelerine...
Ne çok hekimin, hastalarının başında kaç kez kaşlarını çattıktan sonra kendilerinin de öldüklerini; kaç yıldızbilimcinin, başkalarının ölümlerini, ölüm çok önemli bir olaymış gibi, önceden haber verdikten sonra; kaç filozofun, ölüm ve ölümsüzlük üstüne sayısız tartışmalardan sonra; kaç kahramanın yığınla insan öldürdükten sonra; kaç zorbanın, kendileri ölümsüzlermiş gibi, güçlerini korkunç bir kıyıcılıkla yaşam ve ölüm üstünde kullandıktan sonra; kaç kentin, bu sözcüğü kullanabilirsek, ölüp gittiğini hep göz önünde tut: Helice, Pompei, Herculanum ve daha sayısız bir çok kentin. Bu adam şu adamın cenazesine katıldı, sonra sıra ona geldi, onun cenazesine katılan şu öteki adama da sıra geldi ve bütün bunlar çok kısa bir zaman içinde oldu ! Kısaca, insanî olan her şeyin gelgeç ve değersiz olduğunu her zaman düşün: Dün bir balgam damlası, yarın bir mumya ya da bir avuç kül. Öyleyse şu ânı doğayla uyum içinde geçir, sonra da yaşamını dinginlik içinde bitir, tıpkı bir kez olgunlaşınca toprağa düşen, böylece onu üreten toprağı kutsayan ve onu büyüten ağaca gönül borcu duyan zeytin tanesi gibi.
Bir şair; edebiyat, hayatın yeterli olmadığının kanıtıdır, demiş. Çünkü edebiyat bir çeşit yakından tanıma biçimidir. Tıpkı yolculuk gibi: o da bir çeşit yakından tanıma, birçok çeşit yakından tanıma biçimidir. Hayatta çok şey bize yeterli gelebilir, gelmesi gerekir; aşk, iş, para. Ama sanırım ki tanıma, bile arzusu hiçbir zaman yetmez. En azından insan bilme arzusu duyuyorsa.
Sayfa 18
"Hiç bir şey değişmedi. /Sadece nehirlerin akışı, /ormanların çizgisi, kıyı boyları, çöller ve buzullar. / Bu görünümler arasında ürkek ruh başıboş dolaşır, / gözden kaybolur, geri döner, yaklaşır, uzaklaşır, /kendine yabancı, yakalanamaz, / şimdi kesin, şimdi kendi varlığından kuşkulu, /bedeni var, var, var, varken / sığınacak yer bulamaz. Wislawa Szymborska'nın (İşkence) adlı şiirinin son dizeleri.
Sayfa 28
Ya da bir fotoğraf albümü alırsın eline, benim gibi, senin gibi, herkes gibi herhangi bir kimsenin herhangi bir albümü. Bir de bakarsın ki hayat orada, birtakım aptal kağıt dikdörtgenlerin daracık sınırlarından dışarı taşmasına izin vermeksizin sımsıkı tuttuğu değişik parçalarındadır. Ve hayat, dolu dolu, sabırsız, o dikdörtgenin ötesine taşmayı istemektedir, çünkü bilir ki şu beyaz giysiler içinde, kolunda kiliseye başlama töreninin şeridiyle, ellerini bitiştirmiş duran çocuk, ertesi gün ("ertesi gün" dediğim herhangi bir gün yani) kendi kendisinden utanıp gizli gizli ağlayacaktır: küçük bir kabahat mi işlemiştir? Küçük olmuş büyük olmuş farketmez, dediğimiz o ki pişmanlığı gerektirmektedir. Ama bir mürebbiyeden daha sert olan o acımasız fotoğraf, asıl gerçeğin kendi birkaç santiminin dışına taşmasına izin vermez. Hayat kendi resminin tutsağı olmuştur: ertesi günü yalnız sen hatırlarsın.
Sayfa 34 - Can
Bu ruh hali benim okurluğuma da etki etmiştir kuşkusuz. Romanlarda, öykülerde yer almış denizleri hep bir ferahlık duygusuyla okudum. Gitmenin tek yolunun bu olduğuna karar verdim. Okumak. İnsan, bir kitabın yerine geçmek isteyebilir. Bu onu sonsuzca mutlu edecektir hem, okurda kendi yüzünü görecektir. Kişi ne yapsa kendi yüzünü böyle yüzlerce yıl göremez. Bunun tek yoludur bu: bir kitabın yerine geçmek. Onun, kitabın mührünü taşıyacaktır artık. Gerçekten insan kendini derin bir suda bulsa da sayfalar kendiliğinden açılsa bir bir...
Sayfa 27
Reklam
Uzakta nelerle karşılacağımızı bilemeyiz, bu yüzden arzu eder insan bir deniz yolculuğunu, ya da bana öyle gelir. İnsan, hedefsiz bir yolculukta, kendisiyle sonsuzca konuşabilir. Görüp geçirdiklerini düşünür. Gözlerinin önünden buğday tarlaları geçer, rüzgar vurdukça eğilip bükülen başakları izler. Bu artık duygularımızın eğilip, bükülmesine benzer. Kişi yalnızlığının, çaresizliğinin içinde kendi adasını arar. Belki bu bir denizde gerçek bir ada gibi bulunur, ya da, bir kara parçası da aynı işi görebilir.
Sayfa 26
Bunları, bu başucu kitaplarını yeniden okumak, örneğin, Kaş'a yeniden gitmek gibi bir şeydir. Ya da çocukluk yıllarının kentine. O zaman insan o kentin sokaklarında geçmişin acı-tatlı anılarıyla dolaşır da nedense bahçeleri daha küçük, evleri daha bakımsız, insanları eskisinden daha mutsuz bulur. Geriye döndüğümüz zaman, aslında bu dönüşün bir mutsuzluk serüveni olacağını biliriz. Bu bakımdan eskilerde kalmış bir kitabı yeniden okumak benim için her zaman hüzün verici bir şeydir. Ama belki de insan tam da bunun için sevmez mi edebiyatı?
Sayfa 17
İnsan gerçek bir düşü ancak okurken görür. Bu, yazının doğasında var olan bir şeydir. Zihnimiz çoğu zaman yazıyı bütünüyle, olduğu gibi algılamaya açık değildir. Yıkıcıdır bu anlamda, okuduğunu değiştirir, onu kendi geçmiş yaşamının acılarıyla besler. Okumaya başlamaya görsün, sakladığı bütün fotoğrafları çıkarıp çıkarıp önüne kor. Okumaya başladığımız zaman sözcükler zihnimizde çoğalır, sözcük doğuran bir yerdir orası. Bu bakımdan bir olasılıklar cennetidir. Yazının sonsuzluğu buradan gelir.
Sayfa 14
Bütün bunlardan şu sonuç çıkıyor: bir başucu yazarı, gerçek bir büyücüdür aslında. Düşlerinize girer ve siz yokken evi karıştırır.
Sayfa 19
Dünyaya açılan yamuk penceremizden kıyamete koşanlar kulübüne sevgilerle
"Dilin bizi ne kadar yakınlaştırdığını, birbirimize bağladığını sanıyoruz ancak gerçekte ne kadar uzağız, merak ediyorum. Yaşlı bir adamın hareketlerine milyonlarca mana yükleyebiliriz ama çoğu da yanlış çıkacaktır. Elimizdeki tek şey, dünyaya açılan yamuk penceremiz. Yalnız tepelerdeki bütün evlerin çatı katında yaşayan keşişler gibiyiz. Birbirimizi kırık teleskoplarla izliyoruz. "
Sayfa 253 - İthakiKitabı okudu
Arkadaşlarla tartışırken, Faruk, insanoğlunun düşsüz, dolayısıyla anlatısız yaşayamayacağını savunurdu. Birbirimize hikaye anlatmak zorundayız, yoksa bu dünyanın sonu bir an önce gelsin yeğdir. Zaten, bu mümkün değildir, insan var oldukça hikaye anlatacak, böyle yaratıkların, örneğin Zümrüdüanka'nın ve orman cinlerinin başından geçenleri birbirine aktarıp duracak. İnsan, ayrıca, bu dünyanın kıyametine dek yalan söyleyecek. İnsanın en güzel ve unutulmaz yanı, arkadaşlar, yalan söyleyebilmesidir. Kimsenin yalan söylemediği bir dünyada, bence, üç gün bile yaşanmazdı. Yalan söylenmeyen bir dünya yerin dibine batsın!
Sayfa 384 - Hep KitapKitabı okudu
Reklam
Yavaşlık ve sessizlik. Bunlara aykırı olanı kaldırabilirim kaldırmasına da. Yine de her seferinde. Sanki böyle bir şey daha önce hiç yaşanmamış. Korkarız bundan. Oysa yaşam alışkanlığa karşıdır. Yaşamın bize fısıldadığı nedir? Bende yalnızca değişim bulunur. Benim dükkanımda yalnızca bu vardır. O zaman, bir karşıtlık oluşuyor demek ki. Yaşamın içinde, kendisine direnen bir şeyler var. Öyleyse, belki de yaşam dediğimiz şey asıl odur, bunu nasıl bilebiliriz? SUS BARBATUS, bu direnmenin. Ya da yaşama bu benzemeyenin farkında değildi. Gözünün acısını unutmuştu sözgelimi. Belki bir zaman bir gözü olduğunu bile unutmuştu. Ama uzun süre kan geldi oradan. Gözünün biri ince ince sızıp aktı. Korkunç, korkunç bir şeyler oldu başının içinde.
Sayfa 71 - Hep KitapKitabı okudu
Dünyada bir kartalın, kayalıkların tepesinden çaresizce, patırtılar çıkararak yuvarlanmasından daha kötü bir şey yoktur. İnsan bu kartalları çaresizliğini gördüğü zaman. O zaman kendi güçsüzlüğünü anlar. O zaman anlar ki, ben neyim? Benden ne olabilir? Bu dünyada benden daha güçsüz ve korunmasız bir varlık bir mahluk var mıdır bakalım? Bu dünyada insandan daha güçsüz bir varlık, olsa olsa bir başka insandır.
Sayfa 213 - Hep KitapKitabı okudu
Ölüm ve hayat aynı şeydir - aynı bir elin iki yüzü gibi, avucun içi ve elin tersi gibi. Ama yine de avuç içi ile elin tersi aynı şey değildir... Ne ayrılabilirler ne de birleştirilebilirler.
Sayfa 316Kitabı okudu
"Sürüş eğitmeni Jung hayranı mı çıktı?" "Bekle biraz." Kitapta aradığı bölümü bulması bir kaç dakika sürdü. Boğazını temizledi ve bana şu satırı okudu: "Varlığımın anlamı, hayatın bana bir soru sormasıdır. Veya, tam tersine, ben dünyaya sorulmuş bir soruyum ve cevabımı vermem gerekiyor, yoksa dünyanın vereceği yanıta mecbur kalırım."
Sweeney'in muayenehanesinde beklerken, yakında parçalanacak olan ülkede Kaptan Trips olarak bilinecek salgını, gidip bütün briç kulübüne dağıtmadan önce faturasını ödemek üzere muayenehaneye uğramış olan yaşlıca kadının da dahil olduğu yirmi beş kişiye bulaştırdılar. Saadet zincirleri başarılı olmaz. Bu bilinen bir gerçektir. Listenin en tepesindeki isme bir dolar gönderip, listenin en altına isminizi eklemekle milyonlar kazanacağınız vaadi koskoca bir balondur. Ancak Kaptan Trips adlı bu saadet zinciri gayet başarılıydı. Piramit gerçekten de inşa ediliyordu. Ama temelden zirveye değil...zirveden aşağıya doğru ilerliyordu... zirve, Charles Campion adındaki ordu güvenlik görevlisiydi: bütün tavuklar kuluçkaya yatmak üzere kümese dönüyordu. Ama postacı içinde birer doların olduğu zarf yığınları getirirken, Kaptan Trips içinde bir veya iki ceset bulunan yatak odaları, hendekler, toplu mezar çukurları; kıyı kentlerinde okyanusa atılan, taşocaklarını ve tamamlanmamış inşaatların kazılmış temellerini dolduran ceset yığınları getiriyordu. Ve elbette sonunda cesetler oldukları yerde çürüyordu. Angela eve gidince hastalığı kocasına, onun beş poker arkadaşına ve ergenlik çağındaki kızı Samantha'ya bulaştırdı. Samantha ertesi gün Poliston Gençlik Merkezi'nin yüzme havuzundaki herkese hastalığı bulaştıracaktı. Ve herşey böyle devam edecekti.
Sayfa 101Kitabı okudu
...Bir zamanlar biliyorduk. Metin bize, ' Masada bir bardak su var', dediğinde, gerçekten de bir masa ve üstünde bir bardak su olurdu, onları görmek için tüm yapmamız gereken metnin söz-aynasına bakmaktı. Ama bütün bunlar sona erdi. Söz-ayna, öyle görünüyor ki, kırılıp paramparça oldu ve asla tamir edilemeyecek. Salonda gerçekte ne olup bittiğiyle ilgili, tıpkı benim gibi siz de tahmin yürütebilirsiniz; insanlarla insanlar, insanlarla maymunlar, maymunlarla insanlar, maymunlarla maymunlar. Belki de salonun kendisi bir hayvanat bahçesi. Sayfadaki sözler artık yoklamada birer birer ayağa kalkmayacak, 'Ne anlama geliyorsam o anlama geliyorum' demeyecekler. Şöminenin üstündeki rafta, Kutsal Kitap'la Shakespeare'ler arasında duran sözlük-ki dindar Romalıların evlerinde hanenin tanrıları dururdu oralarda- şimdi sayısız şifre kitabından biri oldu...
Sayfa 31 - Bu alıntıda kitabın baş karakteri Elizabeth Costello'nun ödül töreninde yaptığı konuşmadan bir kısım var. Costello bu ödül töreninde gerçekliğin ne olduğu konusunda konuşurken sözlerine Kafka'nın Akademiye Bir Rapor adlı hikâyesinden bahsederek başlıyor.Kitabı yarım bıraktı
Reklam
Kafes'in yazarı Josh Malerman'ın kendisiyle yapılan bir röportajda "hayattaki en büyük korkunuz nedir" sorusuna verdiği cevap, yazarın bu romanının neden çok başarılı olduğunun bir kanıtı gibi: “Hayatımdaki en büyük korkum şu: bir gün bir medyuma gidiyorum, kadınla karşı karşıya oturuyoruz, önümüzde bir masa var, masa her zaman olduğu gibi ilginç eşyalarla süslü. Medyum kadın bana yakında zengin olacağımı, her şeyin değişeceği günlerin yakında olduğunu söylüyor. Ezbere anlatıp klasik kehanetler sıralamaya devam ederken, kadın birdenbire hiçbir söz söylemeden bana bir kağıt uzatıyor. Konuşmaya devam ediyor kadın, ama bana uzattığı kağıt artık masada önümde duruyor. Kağıtta yazılı olan şeyi okuyorum: "Şu anda tam yanı başında duran bir adam var ve bu adam gözünü dikmiş sana bakıyor. Galiba bütün hayatın boyunca sana bakmış bu adam"
"O eylül sabahları güneşin doğuşunu görmeden yataklarından fırlayan insanların uyku dolu gözlerini, donuk, mahsun yüzlerini seyretmek ne tuhaftı! İskelenin yavaş yavaş doluverdiğini hiç farketmezdim. Adım başında bir sigara dumanı gözüme, bildik sesler içime dolardı. O yaşlı yazarı, o bütün yaz mevsimi boyunca sabah ve akşamları, güvertede karşılıklı oturduğumuz kötü kadın rolleriyle ün almış film artistini, yakasına pembe bir gül takarak iskelenin üzerinde dolaşan esmer delikanlıyı görürdüm. İngilizce, Fransızca, Almanca konuşanlar; gözlük, pardösü, şapka taşıyanlar; ayakta durup kitap okuyanlar; benim gibi denizi seyredip kendi dünyalarını yabancı bakışlardan saklamak isteyenlerle karşılaşırdım. Hepsi de burnun ötesinde yandan çarklının dumanının görünmesini, sesinin duyulmasını beklerdi."
"Aşksız bir insan nasıl yaşar, nasıl yer, nasıl dolaşır, neler düşünür diye merak ederdim. Herhalde böyle bir insan şehrin uçsuz bucaksız caddelerinde gölgesini arkasına takarak gezmez, Unkapanı Köprüsü'nden mavnaları seyretmez, parklarda avarelikten hoşlanmaz, aşk filmlerini sevmezdi. O, işini gücünü bilen, caddelerde hep hızlı hızlı koşan, tramvayları doldurup taşıran, ayakları çıplak çocuklara sadaka vermeyen bir insandı. Yalnız kendi içinde yaşar, başka birşey bilmezdi."
Sayfa 9 - "Aşksız İnsanlar" adlı hikâyesinden alıntıdır/1948Kitabı okudu
"Artık gelen otobüs beni istediğim yere götüremezdi. Ne sinemaya, ne kahveye gidebilir, ne de avarelik ardında dolaşabilirdim. Bu birkaç satır bana tanımadığım, bilmediğim, ama yakın olan bir insanın iç dünyasını açmış, sonra kapanıvermişti. O gün bulvar boyunca serseri gibi gezip durdum. Bir kanepeye oturup onu, bu satırları yazan kimseyi düşündüm. Neydi, kimdi? Bunları ne zaman yazmıştı? Nasıl sevmiş, niçin sevdiğinden bu tarife sığmaz nefreti duymuştu? Bu satırları yazarken eli titremiş miydi ?"
Sayfa 70 - "Bulvardaki Durak" adlı hikâyesinden alıntıdırKitabı okudu