Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Patiliyazar Poyraz

Patiliyazar Poyraz
@Sarhos_Baykus
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK + zaqa.net/Asakir Var yolunda bir Hiç #İNSAN Poyraz* adı altında paylaşılan her mısra şahsıma aittir. İletiler telife tâbidir. #Edebiyat #psikoloji #felsefe Hayat felsefem *HİÇ*
Sosyal hizmetler-Adalet
Şanlıurfa
10 Ekim
144 okur puanı
Ekim 2020 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Elzemsin yüzün kutsal Suyun aşkı zemzem Gönül ırmaklarından akar Kana kana içerim Meysin ey güle güzelliğini veren Gönlüme kır bahçeleri bahşeden Neden susarsın konuş Dağlar boynunu büktü Kuşlar yuvalarından çıkmaz oldu Sen fısılda âlem müşterek hüzünlü.
Sayfa 8
Reklam
İçindeki sesin elinde balta olan bir Şair
Cumhuriyeti ilanımsın Diyetim kan lekesi göğsümde Nefes almak boşluğu yutarcasına Boğulmak susarcasına Yaş aldım kısa dönemli İhtilal günlerinde Devrim ol da gel Kalbim Ortadoğu.
Sayfa 7
"Bizi gerçekten korkutan ve umutsuzluğa düşüren şey, dişımızdaki olayların kendileri değl, fakat bizim onlar hakkındaki dūşürncelerimizdir. Bizi rahatsIz eden 'seyler" değl, onların anlaminı yorumlama biçimimizdir" °Epiktetos //// //////// ///////// ////////// // Doğru anlaşılan şey, yanlış anlaşılana kıyasla daha az süründürür. Yanlıştan sonra doğru olan anlaşıldığında yüzümüz ikinci kez sararmış, Ve ilk defa damağımız kurumuş olacak. Suyla tanışmasak damağımız kurur muydu? Neyse, ya da korkuyla? Göz attığımız uçurumun dibi mi tehlikeli? Yoksa dibine olan korku içimizden mi? #Poyraz #Patiliyazar

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ama şuna kesin olarak açıklık kazandıralım: Anlam bulmak için acı çekmek kesinlikle gerekli değildir. Ben sadece, acıya rağ- men anlamın olası olduğunu -elbette acının kaçınılmaz olması koşuluyla- vurgulamak istiyorum. Acının kaçmılabilir olduğu durumlarda yapılacak en anlamlı şey, ister ruhsal veya fiziksel, ister politik olsun, acıya yol açan nedeni ortadan kaldırmak ola- caktır. Gereksiz yere acı çekmek, kahramanca değil, mazoşistçe bir tutumdur.
Sayfa 128
içimden şu zalim şüpheyi kaldır
İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır o ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim şakaklarıma dayanınca güneş can çekişen bir sansar edasıyla uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum kadınların sahiden doğurduğuna toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum nicedir kavrayamam haller içinde halim demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum duydum yağmurların gövdemden ağdığını.
Sayfa 197
Reklam
Kalbi çılgınlar gibi çarpiyordu ve teni soğuk terden yapış yapiş olmuştu. Ama gece o denli sessizdi ki çığlığın kendi kafasının içinden gelmiş olduğunu hemen anladı. Yana kivrılarak tekrar yatt. Ve onu gördü. Bir yaratık, geceden bile daha karanlık bir yaratık, sanki her an ona saldiracakmış gibi odasınin öbür ucunda çömelmiş duruyordu. Kim, nefes dahî alamayacak kadar korkmuş bir durumda dondu kaldi. Ve tam o anda sessizliğin içinden, ölmek üzere olan halasının ona fisıldayan sesini duydu: "Seni koruyacaktir.. Onu asla çıkarma boynundan." Pamakları haçın etrafına kapandı ve dehşetin yavaşça azaldiğinı hissetti. Bir golge, diye düşündü. Sadece bir gölge! Öbür yanina döndü ve ayın yükselmeye başlamiş olduğunu, henüz yılların pisliğinden arınmamış olan camların içinden ışığını göondermeye çaliştığını gördü. ve pencere pervazinda Muffin, sirtinı kabartmiş, kuyuğunu havaya dikmiş duruyordu. Muffin," diye seslendi Kim sessizce. "Hadi gel Muffin, yatağa geri dön."
Janet'i uyanık tutan Jake Cumberl and'n gözleriydi; kilisenin dişındaki manolya ağacının koyu gölgelerinden onu süzüyordu. Janet bakışlarının etkisinden bir türlü kurtulamiyordu. Duyduğu ses de *Alma Morgan'ındı; Janet'e, Cora Conway'in tamamen aklı başında bir insan olduğunu söyleyip duruyordu*. Ama Corinne Beckwith'in de sesi gecenin içinden yankılanıyordu. yaşasaymış -gerçekten varolmuşsa tabii - kocasınin kuzeni olacak bir bebek hakkında fısıldiyordu. Gözlerini açtı. Janet, sanki kırk yil önce bu evde yaşanmış olanların yanıtları gecenin gölgelerinde gizliymiş gibi, karanlıği süzdü. Ama karanlık da tipkı sessizlik gibi sır vermiyordu. Gece ilerleyip de uyku hâlâ ondan kaçarken Janet, Ted'e uzanmak ve elini onun koca eline sokmak için içinde büyük bir istek duydu. Tek istediği bu karanlik sessizlikte yalniz olmadığını bilmekti ama yapamadı; adamın dokunuşunu hoş karşılaştığı ylların üzerinden o kadar uzun zaman geçmişti ki, artık uzanip onu kendine çekemiyordu. Uyku sonunda onu kucakladığında. Janet kocasına sirtinı dönmüş bir halde yatıyordu.
KENDİ ODASINA GERÍ DÖNDÜĞÜNDE LORETTA VÍLLIERS CONWAY, MONSENYÖR MELCHIOR'LA EVLENDIĞI GÜN GIYMIŞ OLDUĞU ELBÍSEYÍ GĪYDÍ. EN SEVDIĞÍ ELBĪSESÍNÍN EFLATUN RENKLI KEMERÍNI ALDI. YAZI MASASININ SANDALYESINE ÇIKARAK KEMERININ BÍR UCUNU TAVANIN ORTASINA ASILI OLAN AVÍZEYE BAĞLADI. ÖBÜR UCUNU DA BOYNUNA BAĞLADI. iKi DÜĞÜMÜ DE DIKKATLiCE KONTROL ETTÍ. SAĞLAM OLDUKLARINDAN EMIN OLDUĞUNDA, LORETTA VĪLLĪERS CONWAY SANDALYESINDEN BIR ADIM ATTI TEK BIR SES, KORKUYLA YA DA ACIYLA ATILAN TEK BIR ÇIĞLIK BÎLE BOZMADI SESSÍZLIĞI, LORETTA VÍLLIERS CONWAY ÖLÜRKEN.
"Tören çok güzeldi," diye başladı Janet, ondan bekledikiderini bildiği kelimeleri otomatik bir şekilde siralayarak. Ama rahiple konuşurken bile aklından binlerce sey geçiyordu. Bir bebek? Cora halanın bir bebeği mi vardı? Ama Ted'in bundan haberi olması gerekmez miydi? St. Albans'a taşınacağınızı duydum," dedi Peder MacNeill. "Cocuklarınızı küçük okulumuzda görmeyi dört gözle bekleyeceğiz. Sizi de tabi ki; Pazar günleri kilisede." Çocukların kiliseye bağlı okula gideceklerini nereden biliyor? diye düşündü Janet. Kimseye söylememişlerdi ki. Ardından hemen anladı St. Albans, Shreveport değildi. Burada, besbelli ki herkesin yaptiği herşey bilinirdi. Bunun anlamı, diye fark etti morali bozularak, ilk sarhoş olmasıyla beraber kasabadaki herkesin Ted'in içki probleminden haberdar olacağiydı. "Bunun olacağından pek emin değilim doğrusu," diyen kocasini duydu ve ardından gelebileceklere karşı içgüdüsel olarak kendini hazırladı. *Liütfen, Ted, burada değil, diye yalvardi sessizce. Șu anda bir olay çıkarma*. Ama çok geçti. "Korkarım, sizin 'gevşek Katolik' diyeceklerinizdenim ben," diye konuşmasını sürdürdü Ted. "Aslını isterseniz. çocukluğumdan beri ayinlere katılmadım." Peder MacNeill 'in gülümsemesine gölge düştü. "Belki de bunu değiştirebilirim..." diye söze girdi. "Buna fazla gúvenmeyin," dedi Ted umarsızca. "Pek dindar sayilmam, Aslını isterseniz dinlerden hiç bir zaman da hoşlanmadim. Çocuklarımin sizin okulunuza gelmelerine bir diyeceğim yok, ama bizleri Pazar günleri kilisede göreceğini sanmiyorun.
Toyota'nin yolda kayboluşunu izledi. Araba tamamen kaybolduğunda, hatta kaldırmış olduğu toz da yatışınca, gözler, kırk yil boyunca boş dumuş olan koca eve baktı. Artik iki bekçi de emindi, eve yeni insanlar gelecekti. Birbirlerini göremez durumdaki bekçilerin bakısları bir kez daha yön değiştirip muazzam maun ağacına takıldı. George Conway bu ağacin en alt dalina kendini asmıştı Bekçilerden biri, sessizce dua etmeye başladı, Diğeri de -ayni sessiz biçimde- lanet etmeye.
Reklam
Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım. Hayın,karanlikti gece Can garip, can suskun. Can paramparça. Ve ellerim kelepçede Tütünsüz,uykusuz kaldım Terketmedi sevdan beni.
“Kuşku duyan bir gençliğe, var olan bir şüpheciye, bir düşünce kahrama- nında sevilesi ve sınırsız, genç bir güvenle dolu bir gençliğe yol açın. He- gel'in pozitif felsefesinde gerçeği, varoluşun gerçeğini arayan bir gençlik: Hegel üzerine aşılması zor'bir nükte yazacak (...) kendini koşullandırmadan, dişil bir adamayla, ama sorununa sanlacak yeterli bir kararlılıkla kendisini teslim etmesine izin verin: Bundan şüphe duymaksızın bir hicivciye dönüşecektir. Gençlik varolan bir şüphecidir. Şüpheyle dört dönerek ve hayatı için bir dayanak noktası bulmaksızın gerçeğe uzanır — onun içinde var olabilmek için. O negatiftir ve Hegel'in felsefesi pozitiftir - o halde, Hegel’de sığınılacak bir liman aradığına ne şüphe! Ne var ki, aranan gerçeklik içinde var olunacak bir şeyse, var olan birey için saf düşünce felsefesi bir kâbustur. Saf düşüncenin rehberliği altında varolmak, Danimarka’nın bir kurşunkalem ucundan daha büyük gösterilmediği kiiçiîk bir Avrupa hari- tası yardımıyla Danimarka’da seyahat etmeye benzer *aslında bundan bile daha imkânsızdır. Gençliğin Hegel’e duyduğu hayranlık, merak ve sınırsız güven, Hegel üzerindeki hicvin ta kendisidir." (Bilimsel Olmayan Soııuçlandıncı Notlar)
Bülbül, ününü biraz da kargaya borçludur .. Marifet, kişinin kendine uygun yolu seçmesidir. Bu seçim, kuşun, kanadına uygun yüksekliği seçmesi, tohumun kendine uygun toprağı seçmesi gibidir. Herkesin bir kanadı vardır; Bülbülün, tavus kuşunun, kanaryanın, akbabanın, karganın, kartalın vesaire. Hepsi gökyüzüne kanatlanır, gökyüzü o kadar geniştir ki hepsine yer vardır. Lakin yükseklere talip olan akbabanın leş temizlemek gibi bir görevi vardır. Alçaklara talip olan bülbül gül ile ödüllendirilmiştir. Bütün masivadan uzak olan Anka ise sevgilinin arzında kanat çırpar. Kimin hangi yükseklikte uçup ne ile meşgul olacağı ile uğraşma çünkü her biri sevgiliye ulaşacak kanada sahiptir. Kimi leşe uçarken kimi güle uçarken gökyüzüne ulaşır. Sevgiliye hangi yükseklikte ulaşacağını bilemezsin. Yükseklik ve alçaklık kanatların meşguliyetidir gönlün meşguliyeti ise sadece sevgilidir. Bu yüzden kanatların rengine, cismine ve hangi yükseklikte uçtuğuna bakıp gönle hüküm çıkarma ey yolcu. Her çiçek her toprakta yetişmez. Senin tohumun sulu toprakta çiçek açarken başkasının tohumu kuru toprakta yeşerir. O halde kanatlar, topraklar velhasıl yollar farklı diye kuşları ve çiçekleri ayıplama. Gül gibi kokmuyor diye yasemini ezmek mi gerekir? Bülbül gibi ötmüyor diye tavusun tüylerini yolmak mı gerekir ey vicdan sahibi ? Unutma, Her toprakta gül yetişmediği gibi gül de her kuşun şifası değildir. Bülbülün işi güle niyazını sunmaktır, karganın dedikodusunu etmek değil... Velhasıl ne vakit her rengi kucakladın o vakit renksizliğe ulaşırsın. sevgiyle kalın..
Kaza kaydi tutulmuş bir ömrün, debdebeyle son bulan yitik askerleri gibiyiz! Belirsiz tümcelerin sonuna, hattatların işlediği kederli imlalar konulur. Er geç tutuşur saatler, masallar açılir Pandora'nin kutusundan suskun çocuklara. Şimdinin sonrasında temas kurulur şüheda tapinağına. Ve eklemleri kaybolmuş, kopmuş dünyanin; teamülü tahammülsüz srça köşklerinden; telaşlarla hüzünler açılır. Kumaşı, ürkek terzinin diktigi ipten ve makinesi kalibresiz kederlerden mavilere açilir, olmayacak aşkların hayalinde. Sürreal münakaşalar $amimiyetsiz bakışlara açılır ve her sığınak kara süslü mazeretlerle bağlantılıdır.
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin. Kin beslersin bize, zulüm eski adetin. Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar. Ne inciler yatar içinde, bilir misin?
Gülnare
ben, yıpranmış sokaklar ortasında avare sen, kırgın bir ülkenin süreyyası: Gülnare honçalı novroz gelir; bir de siyah ve sarı dalgalanır göklerde bir kuşun kanatları her nağme, dudağında çarpılmış karanfil sana tutkun atlılar şimdi yorgun ve sefil göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı nerdesin, ey masallar ülkesini son kızı dokunmuyorsa kalem
Reklam
Gırtlağımda bir harf büyüyor buna dayanacağım dişlerim kamaşıyor yıldızlardan buna da. Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir. Artık yırtarak açtığımız zarflarda ne kargış, ne infilak yalnız
Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın. solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana çam kolonyası getirdim sana kentli dağlıların haklı sevdasını bolu ormanlarından çarpan bir koku sanki köroğlunun ter kokusu aman kokusu, billah kokusu canlarım, canım benim üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar Dur akıtma gönlüm yaşını gözünden öpecek bir yer bırak oy bana en yakın bana en uzak sevgili yar Hasretine vur beni Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir bunu unutma ** Seni ben her yerinden öperim bunu unutma kadere inansaydım sana inanırdım Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben** öyle kırık bakma bana Caddeler nasıl da genişliyor sana bunu söyleyecektim Bileyli bir makas vardı yanımda sana bunu söyleyecektim Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri sana bunu... Oyy nasıl söyleyebilirim deliren sevdamızın kısrak huyunu Elimi tut tuttururlar, o kadarına izin verirler kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız sen içerde Ben dışarda... Oyyy mahpusluk mahpusluk.
Ağlamadan etimin iğneli beşiklerde bıraktığı izlere aldırmadan o mavi korularda ve dibektaşlarında bırakıp sözlerimin kalıntılarını açıkça konuşmak istiyorum. Besbelli ki leşler koruyor şehrin bedenlerini göğsünün kafesinde yalnızca pasak biliyorsun korkutulmuş bir kızın yüreğinden fışkıran beyaz güvercinleri sabahın köründe kalkan tirenlerdeki nefret hergün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti bunları bütün bunları biliyorsun dağlardan dönüyorsun o sağır yamaçlardan çevik bacaklarını getiriyorsun, ne çiçek ne de ninni.