“Vahabizim... şu bizim Lawrence’m 1700’lerden bulup çıkardığı fikir değil miydi? Al-Azhar mıdır nedir Mısır’da açtığımız üniversitede okuttuğumuz şey... Neydi? Şu şenle aym olmayanı öldür diye... Neydi ya?”
“Cihat,” dedi Picot.
“Hah!” dedi Lloyd, “Cihat” derken iyice neşelendi, Ingiliz sömürgecilik tarihinde en çok anlatılan başarıydı bu cihatın anlamını değiştirmek. Papadan bile kutlama gelmişti. “Hey gidi Thomas Edward Lawrence 11... Tarih gerçekleri konuşsa Thomas’a peygamberlik unvanı vermek zorunda kalırdık. Suudilerin peygamberi olurdu! Adam tek başına din yarattı! Muhammed’in değil, Thomas’ın kuralları!” dedi kendi kendine gülerken, “Kimin haklı olduğu değil, kimin haldi göründüğü önemli,” dedi ve ekledi: “Sahi nerde o? Hâlâ Arabistan’da mı?”
“Buraya geldi. Geçen gün birlikteydik,” dedi Picot, çantasının üstünde duran dosyayı alıp Lloyd’a uzatırken. “Türkiye ile ilgili çok verimli bir strateji hazırladık onunla birlikte. Arabistan’da giriştiğimiz gibi Mollaları topladık. Lütfen inceleyin,” dedi.
Lloyd dosyayı açarken Robert merakla Lloyd’un başına gitti, aralarındaki boy ve şekil farkı komik sayılacak kadardı. İkisi de dikkatle raporu incelemeye başladı.
Öfkeyi neredeyse kutsal bir hale getireceğiz. Öfke, işin kötüsü, moda olmaya doğru gidiyor. Öfkeli adam diye, bazı kişileri hoş görüyorlar, zıpırlıklarına sünger de çekiyorlar.
"Ev işi yapmak ve çocuk bakmak Zümrüt şehrindeki bütün erkekleri yiyip bitirdi."
"Hımm!" dedi Korkuluk düşünceli bir biçimde. "Madem işler dediğin kadar zor, kadınlar nasıl bu kadar kolay üstesinden geliyordu?"
"Hiçbir fikrim yok," diye yanıtladı adam, derin bir nefes verdi. " Belki de kadınlar dökme demirden yapılmış gibi sağlamdır."
Uzun yıllardır bir kitabı okurken bu kadar çok uyuyakalmamıştım. Bu durum kitaptan değil benden kaynaklanıyor. Hiç yanlış anlaşılmasın; kitap muazzam. Ben yorgunum.
Bu senenin başından bu yana sanırım kişisel tarihimin okunan en iyi kitapları üst üste geldi. Bir son duygusu, Sinekkuşu ve Dersler; bir hayatı açık seçik önüme koyup, işte böyle
Sana aşığım,
Kendimi kandırmama gerek yok.
Sözün geçse gözlerim,
Bu yağmurlu havalara güneş oluyor.
Heyecan basıyor heyecanlanıyorum,
Şımaracağım kendimi tutuyorum.
Sana çok aşığım,
Mehmed Giray Han ‘aynı zamânda Nogay, Hive, Deşt-i Kıpçak, Sibirya Hanlıklarını dahi tevhîd ve ‘Acem hükûmetini mahv etmek ve bu sûretle Avrupayı tehdîd etmek tasavvurunda bulunuyordu. Eger Mehmed Giray bu husûsda tedrîcî bir hareketde bulunmuş; Litvayı da kendine müttefik olarak kullanmış ola idi şübhesiz ki merâmına nâil olacak; hattâ Moskovayı da kolay istilâ edecekdi. Fakat derin düşünür bir adam olmadıgından şecâ‘atiyle kazandıgı muvaffâkıyyeti tedâbir-i esâsiye ile muhâfaza edemedi.
Uzun yıllar önce, ilkokul çağındayken sanırım okumuştum Oz Büyücüsü kitabını. Devamı niteliğinde ancak şimdi okuyabildim bu kitabı. Okurken tabi çocukluk dönemime gidip geldim. Bu kitapla karşımızda Dorothy’den çok Korkuluk ve Teneke Adam karakterleri ön plandaydı. Ve tabi Tip’in yarattığım dediği Kabakkafa, Sehpa At karakterleri de göze çarpacak derecede bahsedilmişti. Bir eğitimci ve ebeveyn gözüyle baktığımda aslında hayal dünyasını gerçekten etkileyebilecek isimler ve karakterle olduğunu düşünüyorum. Fakat kitabın sonunu kendi açımdan uygun bulmadım. Erkek bir karakterin aslında kız olduğunu ve yeniden kıza dönüşmesi, aslında kıza dönüşme ihtimalinin kendinde yarattığı tedirginliği görünceye kadar, çocuğuma okutabileceğim bir kitap olarak görüyordum. Uygun bir yaşa gelinceye kadar da okutabileceğimi sanmıyorum.
Muhteşem Oz DiyarıL. Frank Baum · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2022357 okunma
Nasıl dili pas tutmuş bir adam Yunan şarabının tadından bir şey anlamazsa, nasıl bir at üzerindeki zengin koşumların farkında olmazsa, vurdumduymaz, zevksiz bir ahmak da içinde yaşadığı nimetlerin tadına varamaz.