İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde kitabın kahramanı Meursault ile,bakımevine yolladığı annesinin cenaze töreninde karşılaşırız. Onun hayata karşı tavırsızlığı,hiçbir olay ya da duruma bir anlam yüklemeyişi,içinde yaşadığı topluma karşı "yabancı"lığı daha ilk sayfalarda öne çıkar.
İkinci bölümde ise plansızca,düşünmeden bir cinayet işler. İşin saçmalığı burada bitmiyor. Bu saçmalıkta bile bir gerçek payı,inandırıcı nitelikler olması daha da saçma. Saçma olan zaten hayatın ta kendisidir:Ha 30 yaşında ölmüşsün ha 70... Sonuçta öleceğiz ve arada fark yoktur. Biraz daha dünya zevki tadarız,o kadar.
Albert Camus,insanın varlığını sorgulayan bir yazar. Çoğu zaman varlığın bir anlamı olmadığını nihilist bir yaklaşımla ifade eder kitapta. Aslında anlam vardır ama herkesin anladığı şekilde değil. Mesela annesinin ölümüne üzülmemesi ona göre normal bir durumdur, olabilir. Hiç yoktan bir cinayet işlemek de olası bir durumdur insan için. Yaşadığı hayatın yabancısı durumundadır çünkü tuhaf biri olarak algılanır.
Bizde "Her şey olacağına varır."lafı tam da Meursault'nun söyleyebileceği bir söz. İnançsız bir adamın pasif duruşu. Ölümü bekleyen bir mahkûm...
Ek:Kitabı bitirince aklıma gelen ilk "Anayurt Oteli"oldu. Orada da aynı varoluşsal düşünceye sahip bir başkahraman,bir sebep olmaksızın cinayet işliyordu.