Çok büyük bir hevesle başladığım bir kitaptı Clarissa. Yine o muhteşem Stefan Zweig okumayı hayal etmiştim. Kitabın yarısına gelene kadar o kadar çok alıntı yaptım ki, alıntı yapmaktan kitap bitmeyecek diye korkmadım değil. Ama yarısından sonra beni etkileyecek cümle bulamadım.
Kitabın yarısına kadar yazarın, diğer yarısını ise bir başkasının yazdığı kendini o kadar hissettiriyor ki, anlamamak mümkün değil. Bu arada yazarın okuduğum 15. kitabı. O sebepten anlamamak benim için imkansızdı. Sonlara doğru hele düz bir metin okur gibiydim. Yazılanlardan kitap bir an önce bitsin de, ne olursa olsun havası hissettim. Böyle güzel başlayan bir eserin böyle basit bir şekilde bitirilmesi Stefan Zweig hayranı olarak herkes gibi beni de üzdü. Ama yine de okunmaya değer bir kitap.
Kitabın içeriğine gelecek olursak, kitap savaşın insanlara verdiği acıları, değiştirdiği ve yok ettiği hayatları, ortadan kaldırdığı mutlulukları kısacası bir savaşın tüm olumsuzluklarını anlatmaya çalışıyor. Bütün bunları da kadın kahramanın duyguları üzerinden anlatıyor. Okumak isteyenler için fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Kitabı okurken yazarı ölüme götüren nedenleri bir kez daha anlayabiliyoruz Kitaptaki kahraman Clarissa'nın yaşadığı zorlukların sonunda mutlu bir hayat sürmesini herkes gibi ben de çok isterdim. Kitabı tamamlayan kişi, eğer son noktayı Stefan Zweig koysaydı bunun asla mümkün olmayacağını biliyordu. Haliyle yazarın isteğine boyun eğerek, onun bitirmesi gereken şekilde bitirmiş. Eseri tamamlayıp ortaya çıkaran yayıncısına ne kadar teşekkür etsek azdır. Sayesinde bir Stefan Zweig eseri daha okuyucularla buluşmuş oldu.
ClarissaStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201713,7bin okunma
Mesela ailenin değerini biliyor musun?
Ya da annenin yemeklerini seviyor musun?
Baban ardı ardına on beş kere hapşırdı mı hiç?
Ya bu adam ne diyor böyle diyebilirsin ...
Aslında yapman gereken kendine birkaç soru sormak.
Sahip oldukların mı sana yetmiyor?
Sen mi doymuyorsun ?
Birbirimizi anlamamak için uğraştığımız doğru mu?
Ölüme üzülür müsün?
Ve gerçek olan ne? Biz neyin peşindeyiz?
Bazen kafa karışır. İçinden çıkamazsın.
‘’Ah, kimselerin vakti yok. Durup İnce şeyleri anlamaya.’’ Bu dizeleri sana mı yazdılar Osman? Sen neler yazdın bize Osman? Ilık ve huzurlu bir ilkbahar esintisiyle yazmaya başladığın günlüklerini gövdesi hayat kadar yaşlı, hayat kadar yeşil ve umut dolu bir ağacın dallarına bir dilek gibi astın ya…
Sarsıcı bir roman… Işıkları cılız yanan bir
Edebiyat bulunduğu çağda dünyanın nasıl anlamlandırıldığıyla yakın ilişki içinde olmuştur. İçinde bulunulan çağın “gerçek”e verdiği anlama göre şekil almıştır. Bu değişmelerden yüzyıllar nasıl etkilenmiş ona bakmakta fayda var. 19.yy itibariyle Aydınlanma Çağı’nda maddenin somut gerçekliğine olan güven tavan yapmıştır. “Yalnızca gözümle gördüğümü
Yazarımız D.M.Thomas "Eğer Freud olmasaydı, onu icat etmek gerekecekti" diye başlıyor satırlarına.
Düşünün, geçmişte yaşamış bir şahsiyet günümüze tam karşınıza geçip oturuyor. Ona neler söylemek neler sormak isterdiniz? Yazarımız bu kitapta Freud'u geçmişten alıp, sanki günümüzde yaşıyormuş gibi onunla sohbet ediyor. Yıktığı
Çizginin oldukça dışında, oldukça sıra dışı ama aslında nefesimiz kadar yakın, içimizden öyküleri derlenmiş Kanayak’ta gencecik yazar Gamze Arslan’ın.
Kitabı yüzümden silinmeyen bir dehşet ifadesiyle okudum. Şöyle ki ne zaman nefes alacak olsam izin vermedi kalemin sahibi bana.
Nefessiz okudum.
Eserde kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı kaleme
Artık birbirimizle konuşmuyorduk ve o yalnızlıkta ikimizi de yutan bir boşluk büyüyordu. Gerginlik vardı, birbirini anlamamak vardı ve bundan daha fazla bir şey, düşmanlık gibi.
Hayat da zamanın oyuncağıdır.
Ama tüm dünyaya hükmeden zamanın da
Er ya da geç bir sonu olmak zorundadır.
(William Shakespeare, Kral IV. Henry - 1, s. 128)
İlk olarak 1925 yılında, Raci’nin Hatıraları adıyla yayımlanan A’mâk-ı Hayal, Batılı bir anlayış içeren romanlardan farklı bir kurguda yazılmasıyla dikkat çeker. Nesir olarak kaleme alınan,