Bu eglenceli bahse avdet etmeden milletin kendini var ettiği toprakla milli marş arasındaki modern irtibata nazar atfetmeliyiz. Bilinsin ki, yerküre üzerinde șu üç milletten başka, Fransızlardan, Almanlardan, Türklerden
başka vatanını milli marşına sığdıran millet yoktur. Türkler tarihte iki kez vatan ehli olma kabiliyeti gösterdi. Buna rağmen vatan ehli kendi toprağında üvey evlat muamelesi
gördü. Çağlar boyu herhangi bir Türk'ün, Türklerden her hangi birinin yaptım oldu dayatmasından başka ne gördüğü mevzu bahis olmaz. Biz Türklerin mevsuk bir siyaset
hayatı, bir mevsuk edebiyat hayatı var mı? Varsa ben size bunların, bu ikisinin birbiriyle İstiklâl Marşı'nın bulunduğu yerde kesiştiği haberini vereyim. Türk milletinin ümi
hâlâ o kesişme noktasında yatmaktadır. Istiklâl Marşı nerede bulunuyor? Onu arayan nerede bulur? Eğer Istiklal Marşı'nın bulunduğu yer ona ihtiyaç duyulan yer ise ihtiyaç sahibi onu nerede bulacağını biliyordur.
Gül gül dolaş; uçar, konar, bal yaparız...
Nisanda çiçek, yazda petek, kışta karız...
Bir gün, arayan, bulur gönüllerde bizi
Ölsek de, gömülsek de, silinsek de varız!
Siddhartha üçüncü okuma. incele yenilendi!
Kusura bakmayın bu inceleme uzun oldu. Bu da benim kendimi bu romana ne kadar kaptırdığımı gösteriyor!
Yıllar önce, Almanya'ya ilk geldiğim yıllarda Siddhartha'yı okumuş, kitap beni pek etkilemişti!
Son yıllarda 1001kitapta alıntılarla yeniden karşıma çıktı! Ayrıca farkındalık ve meditasyonla
Evren tarihi göz önüne alındığında insan dediğimiz canlı çok küçük bir yer kaplıyor. Dünya milyonlarca yıl boyunca belli bir düzen içinde varlığını devam ettirmiş. İnsanın, dünyaya geldiği günden beri yaptığı tek şey ise bir toprak parçasını çitle çevirip bunun için birbirini kesmek olmuş. İnsan, yaptığı katliamı meşrulaştırmak için günümüze kadar
Ey kusur arayan gözlerin sahibi;
Aradığın her kusuru buluyorsun.
Evet. Çokca kusur görüyorsun insanlarda.
Ama şunu bil ki,
Gördüğün her kusur senden bir parça taşıyor.
Eleştiren zihninin sana yaptığı kötülüğü bir idrak etsen,
Aklından vazgeçersin.
Çevir gözlerini.
Öze dön. İçine bak.
Gördüğün her kusurun izini.
Hatta özünü bulacaksın özünde.
Hayata geliş nedenini soruyor/sorguluyorsun;
Geliş nedenin gerçektende kusur aramak, bulmak.
Ama kendinde.
Varlık nedenin onları kapatmak. Düzeltmek.
Mükemmelleşmek.
Gördüğün herkes sana Ayna olur.
Kusurların gelir seni bulur.
Düşüncelerin bir varlık olur. Karşında durur.
Dinle içinde ki çatışmayı.
Dindir O kaos ve kargaşayı.
İnsan Tanrı’yı arayan bir varlık olarak kendini kabul eder; neticede bulur veya bulamaz. Fakat “arama” salahiyeti onun elindedir. Müslüman düşünürler bunu kabul etmezler. Onlara göre “arayan” bizzat Allah’tır. Hiç kuşkusuz Allah adına “aramak” tabiri zihne güç gelir. Fakat cümleyi şöyle tasrih edebilirim: İnsan talebini önceleyen, Allah’ın insan hakkındaki iradesidir. Allah kendini tanıtmak istediği için (kenz-i mahfi) insan O’nu aramaktadır.
Günün içindeki herhangi bir vakitte durup ne gördüğümüze bir bakalım. Bunu sık sık yapalım ki bilelim ne görüyoruz. İçimiz ne gösteriyor bize. İyilik ve güzellik mi? İncelik ve nezaket mi? Yoksa çirkinlik ve kötülük mü, fesat ve fücur mu, nobranlık ve katılık mı, gaflet ve delalet mi? Velev ki bütün bu kötülükleri başkalarının üstünde görüyor olalım, onları başkalarında arayıp bulan bizim gözlerimiz değil mi? Suyu arayan suyu bulur, ateşi arayan ateşi... Biz İbrahim değiliz ki, ateşin içinde suyu bulalım. Ne arıyorsak onu buluyor, onu görüyoruz. Gözlerimiz hangisine açıksa, gördüğümüz hep o. İnsanın, hayatın, iyiliğin, güzelliğin, hayrın peşinde olsak; Allah’ın arzında bundan çok ne var?