Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Ne b*k yemeye geldim buraya? Annemin mezarına mı kapanacağım? Mehmet'e fatiha mı okuyacağım ? Ne yapmaya geldim ben? Bir gün arayıp sormamışım, şimdi mi Şadiye'nin hatırını soracağım? Mermerden mezar mı yaptıracağım onlara? Bir gün sevmemişim de şimdi oturup gözyaşları mı dökeceğim arkalarından? Kimi kandıracağım?"
Sayfa 177Kitabı okudu
Hasip Efendi'nin yeni kaymakam İzzet Bey hakkındaki görüşü; "Daha geleli 3 gün olmadı. Nereden de tanışıp işrete başladılar. Kendini kurnaz zannediyor ama, üç günde kafese girer. Biz Selahattin Bey'den evvel buna benzer kaymakamlar gördük, bu kasabada benden akıllısı yoktur diye dolaplar çevirmeye kalktılar da, defolup giderlerken halk arkalarından teneke çaldı. Bilmem ama, bunun da sonu odur.!" :)
Reklam
Çünkü bu politikanın sonucu olarak biz Erkekler, bir tür iki dilli, daha doğrusu iki zihinli varlıklar haline geldik. Kadınlarla, gerçekte var olmayan ve yalnızca Kadınca coşkuları denetlemek amacıyla uydurulmuş " ask ", "görev", "doğru", "yanlış", "acıma", "umut", ve bunlara benzer daha baksa akıldışı ve duygusal kavramlarla konuşuruz; ama kendi aramızda ve kitaplarımızda bambaşka kelimeler ve deyimler kullanırız. "Ask" o zaman "çıkar" beklentisi olur; "görev", "ihtiyaç" veya "liyakat" olur ve diğer sözcükler de buna benzer bir değişim geçirir. Dahası, Kadınlarla, onların cinsiyetlerine çok büyük bir saygı duyduğumuzu ima eden bir dille konuşuruz ve Bas Daireye kendilerine duyduğumuz kadar sofuca saygı duymadığımıza tamamen inanırlar; ama arkalarından -gençler dışında hepimiz- onları "kafasız organizmalar" olarak görür ve çekiştiririz.
Hele ya Rabbi şükür, karşıdan üç tane fener Geçiyor. .. Sapmayarak doğru yürürlerse eğer, Giderim arkalarından ... Yolu buldum zaten. Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hala ben! İşte karşımda bizim yar-ı kadimin yurdu. Bakalım var mı ışık?- Yoksa muhakkak uyudu.
Harry, "Dur bakalım..." diye mırıldandı Ron'a. "Öğretmenlerin masasında boş bir iskemle var... Snape nerede? ... Ron umutla, "Belki de hastadır!" dedi. "Belki de ayrılmıştır. Biliyorsun, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Dersini gene elden kaçırdı!" Ron coşkuyla, "Hatta kovulmuş bile olabilir," dedi. "Yani, herkes ondan nefret ediyor ve..." "Ya da," dedi arkalarından gelen buz gibi bir ses, "ikinizin neden okul treniyle gelmediğini duymayı bekliyordur." Harry hızla arkasını döndü. Orada, kara cüppesi soğuk bir esintiyle dalgalanarak, Severus Snape duruyordu.
472 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
"'Başka kimse savaşmıyor,' diye seslendim arkalarından. ''Başka kimse denemiyor bile! Geriye kalan yalnızca sizsiniz. Sizler bile Steelheart gibi adamlardan korkuyorsanız, o zaman başkaları nasıl daha farklı düşünebilir?'' . . Uzun zamandır bu seriye yorum yazmadığım inanıyorum. Beni çok etkilemiş ve hatta etkisiyle buna benzer bir hikaye yazmayı bile denemiştim. Bilim Kurgu ve fantastik bir macerayı öyle sürükleyici bir dille anlatmış ki, serinin her kitabının çıkmasını sabırsızlanarak bekledim. Her yıl farklı bir tabı okumuş oldum🤔 . . Kitaba gelecek olursak; karakterimiz, babasıyla bir bankaya gittiğinde bankayı soymaya gelen bir epik yüzünden tüm hayatı değişiyor. Epik'ler dünyada doğaüstü güçlere sahip olan insanlardan oluşuyor. Fakat ne yazık ki iyi olmalarını beklemek bir hata! Karakterimizin babası da iyi epiklere inanıyordu. Bu, onun en büyük hatasıydı. Epiklerin karşısında ise onları avlayan bir grup var. Başlarında favori karakterim Prof bulunuyor. Karakterimizin epik avcılarıyla tanışmasıyla birlikte asıl macera başlıyor ve üç kitap (hatta sanırım ara kitapları da var) boyunca sürekli devam ediyor. Bilim Kurgu, Fantastik Roman okumayanlara da tavsiye ederim. Bu seriden başlamaları iyi olur. Ne çok fazla olağanüstülük var, ne de yaratılmış farklı dünyalar... Dünyamızın farklı güçlerle modifiye edilmiş halini görüyoruz. Bana kalsa herkese okutacağım ama maalesef... . . Bu arada filmi çekildiği yönünde haberler rastladım. Umarım gerçektir!
Steelheart
SteelheartBrandon Sanderson · DEX Kitap · 2014459 okunma
Reklam
Çalıştığı barda çok içip olay çıkartan iki zengin piçini enselerinden tutup dışarı attı İsmail. Arkalarından da kallavi bir küfür salladı. Adamların “Sen bizim kim olduğumuzu bilmiyorsun lan” tadındaki tehditkar cümleye sadece siktir çekerek cevap verdi. O an titredi cebindeki telefon İsmail'in. Gelen mesajda ’Ben artık yatıyorum hayatım, seni seviyorum’ yazıyordu. Az önce burnunu kırdığı adamın, elindeki kanını sildi bir kağıt mendile ve “Ben de seni seviyorum, huzurla uyu. Yanındaymışım gibi…” yazdı. İki dakika önceki gaddarlık abidesi adam kuzuya dönmüştü iki dakika sonrasında. Bazen olur öyle, erkekler sırf onlar mutlu olsunlar diye, kadınlar için maske takarlar.
Bilim ve sanat toplumlar için bir kuşun iki kanadı gibidirler. Bu iki kanadı kullanan toplumlar uçarlar ve özgür olurlar. Kullanamayanlar ise tavuğa dönüşürler. Tavuk toplumlar birileri önüne yem atsın diye beklerler. Uçamayan, kanatları körleşen toplumlar önüne atılan yemleri kafaları önde gagalamak için uğraşırlarken, arkalarından yumurtaları alınır..
"İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle birlikte gömülür." William Shakespeare
Paris'te mayıs 1968'i ne yazık ki göremedim. Ömrümden birkaç yıl vermeye hazırdım o olaylara tanık olabilmek için. Ama buna karşılık, hiçbir zaman unutamayacağım 1989 yılının 1 mayıs kutlamasını gördüm bu kentte. Ne gariptir ki, tam altı ay sekiz gün sonra, Berlin duvarı ve o duvarla birlikte, yanılarak komünistliklerini Sovyetler Birliği'ne bağlayanların umutları da yıkılacaktı. Yürüyüş Beumarchais Bulvarı'nda Republique Meydanı'yla Bastille Meydanı arasındaydı. Ve öyle kalabalıktı ki, kafilenin bir ucu Bastille'e çoktan varmışken, öteki ucu Republique'te hala beklemekteydi. Çok acayip ama, Paris'te değil, İstanbul'da Taksim Meydanı'nda sandım kendimi. Çünkü yürüyüşe katılanların, hiç abartmadan yüzde sekseni, Türkler ve Kürtlerden oluşuyordu. (Aynı günün akşamı, 1 mayısı kendi memleketlerinde kutlamak isteyen yurttaşlarımı, elleri tabancalı polislerin nasıl vahşice copladığını Fransız televizyonlarında seyrettim.) Hafta sonuna eklenen bir tatil daha olduğundan, şımarık Fransız proletaryası güzel arabalarına binip dört günlüğüne kentin dışına keyfetmeye gittikleri için, çok az sayıda Fransız vardı. Yabancı işçiler, Şilililer, Arjantinliler, İranlılar, Filistinliler filan, ancak yüzlerce kişilik küçük gruplardı. Sonra, önden Türkler, arkalarından Kürtler, yürüyüşe geçtiler ve sonu gelmiyordu bizimkilerin. Trotuardan seyreden Parisliler, hayretler içinde, "ama hepsi Türk bunların! Hepsi Türk!" diye bağrışıyorlardı.
Reklam
Büyük hedeflere adananlar bu dünyadan ayrıldıklarında arkalarından, ''Büyük bir yıldız aramızdan kayıp gitti'' derler.
Sayfa 121
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.