Yetiş ey keştibânım bir derin deryaya düştüm ben
Meded gavvasım ol kim bî-amân dalgaya düştüm ben
Ne bir sâhib-vekâr oldum ne bir kimseye yâr oldum
Kocaldım ihtiyar oldum ne bir hemtâya düştüm ben
Bilen yok hasb-ı hâlimden usandım tatlı canımdan
Cüdayım âşiyânımdan şeb-i gayyaya düştüm ben
Şikâr almaklığa cânân ilinden azm-ı râh ettim
Hemân
Dokuz - Oğuzlar evvelce, Kumlançu adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gökten bir nus nütunu indi. Bu ağaçlardan biri sümü yani huş yahut kayın ağacı (bouleau), diğeri kasuk (yani Cihangüşâ’ya göre çamfıstığı, Mahmud-i Kâşgarî’ye göre fındık) ağacı idiler.
Bu dünyaya arz-ı endâm değil, arz-ı hâl için geldiğimizi unutmayacağız.
Arz-ı endâm etmek; gurur, kibir, gösteriş duyguları içinde, Allâhʼın kullarını hakir görmek,
Arz-ı hâl ise; Cenâb-ı Hakk’ın karşısında bir abd-i âciz, yani çaresiz bir kul olduğunun idrâki içinde yaşamaktır.
İfâde-i Mâhsusa
Bu kitâbın mündericâtı (Orhun) Vâdisinde bir hükûmet-i ziiktidar teşkil eden şark Türkleri'nin 1300 bu kadar yıl evvel rekz eyledikleri bir abide üzerindeki yazılarının elifbâsından ibarettir. Vâkı'an bu harfler bize pek bî-gâne görünüyorsa da o hat ile ifade olunan vakâyi edebiyata muvâfık bir sûrette tasvir eylediği nazar-ı dikkate alınırsa Türk edebiyâtının büyücek bir kademi olduğu anlaşılır. Husûsiyle bunlardan elli sene sonra vâdi-i mezkûru nişimen-gâh-ı ârâm ittihaz eden Uygur Türkleri'nin tarz-ı tahrîr ve edebiyât-ı milliyelerindeki kuvvet mu'allim şehir Mösyö Vambery'nin (Kutadgu Bilig) nâm-eserlerinin mukaddimesinde "Avrupa'nın henüz zalâm-ı cehl içinde bulunduğu esnâda Türklerde celi bir nûr-ı temeddün-i şa'şa'a-nümûn" olduğuna dair izâhât vâk'alarını te'kid eylemekle beraber medeniyet-i kadîmemizi daha gerilere doğru irca' eder. Çünkü Kutadgu Bilig hicretin 462 tarihinde yazılmış, bu âbide ise hemân ahd-i nübüvvet-penahide rekz edilmiştir. Medeniyet-i kadîme-i milliyemizin bir şâhid-i fenâ nâ-peziri olan şu abide hututunu keşf ve hal eden meşâhir-i mu'allimîn ve müşteşrikînden Mösyö (V. Thomsen) cenâblarına Türkiyât-ı ilmiye ve hususiyle mensûbiyeti ile mübâhi olduğumuz millet-i Türkiye nâmına olarak arz-ı ihtirâm eyler ve işte ilk defa olarak o yazı ile ma'a'l-iftihâr Necip imzâsını şu mukaddimeye vaz ederim.
İstanbul fî 12 rebi'ül-evvel sene 1315
𐰤𐰀𐰲𐰃𐰋
Yağmur yağmamış hani günlerce. Bir tek bulut yok gökyüzünde. Köylü perişan. Ters giyilen cübbeler nafile, yağmur duaları icâbetsiz. Açı doyurmuşlar, fakiri giydirmişler, yetimin başını okşamışlar, yok yine yok.
Bir dervişin yolu o köye düşende ahvâli anlatıp arz-ı hâl eylemişler. “Nerede bir yanlış ettik bilmiyoruz ama vaziyet bu, bize bir yol gösterin, bir de siz ellerinizi yağmurun Rabbine açın” diye niyaz etmişler.
Derviş onları iyice dinledikten sonra; “bu köyde ne kadar küçük çocuk varsa hepsini buraya toplayın” demiş. Şaşırmışlar ama vardır bir hikmeti deyip isteneni yapmış köylüler. Derviş baba çocuklarla biraz sohbet etmiş, her birini tek tek dinlemiş. Sıra küçük bir çocuğa gelince tebessüm ederek köylüleri çağırmış yanına. Bakın demiş, dinleyin bu gül yüzlüyü ve anlayın yağmur niçin yağmıyor. O gül yüzlü biraz da mahcup anlatmaya başlamış:
- “Babam, bayram için bana yeni bir ayakkabı aldı. Ben her gece uyurken Allah’ım diyorum ne olur yağmur yağmasın. Yağmur yağıp da yeni ayakkabılarım çamur olmasın.”
Gönlünü yapmışlar çocuğun, “Biz sana yeni bir ayakkabı daha alırız” demişler. Bulutlar duymuş çocuğun râzı olduğunu, yağmurun Rabbi, haydi demiş bulutlara, köylü çifte bayram eylemiş. Allah aynı Allah, hakikat aynı hakikat, köy aynı köy…
Hak sûretidir âlem-i imkân ile Âdem
Bundan güzeli nerde ki, cennette mi sandın?
(Bu dünyâ, Allah'ın kendi sûretinde yarattığı insanın da kendini Hakk'ın sûretinde görebilmesine verdiği imkânla en mükemmel ayna gibidir, o hâlde, sağladığı bu imkânla, böyle bir güzellik cennette bile yoktur.)
Her yer ne güzel menbâ-ı hüsn, insan güzeli
Ben de günahkâr kullarındanım Allahım....
Bir "Kulhuvallahi" bilirim dualardan,
Bir de "Yarabbi şükür" demeyi doyunca.
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkâr kullarındanım Allahım!..
Allah, insanı, üstün kabiliyetlerile donatmış, Arz'ı ve kâinatı insanın hizmetine vermiş ve insandan sadece Allah'a ibadet etmesini istemiştir. İnsan, bütün yaratılmışların en şereflisidir; o, Allah'tan başkasını «ilâh» edinirse, kendi şerefini alçaltır. Bu sebepten yüce ve mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: «Gökleri ve yeri, yok iken var eden O'dur» ve «İşte Rabbiniz olan Allah! O'ndan başka bir ilâh yoktur. Artık (yalnız) O'na ibadet edin». (Bkz. el-En'am Sûresi, âyet 101-102)
| Seyyid Ahmet Arvâsî, İlm-i Hâl, Bilgeoğuz Yayınları, Haziran 2016, s. 46-47.
Sayfa 46 - Bilgeoğuz Yayınları, Haziran 2016Kitabı okudu
Yeryüzünün tarlasında nebatatın herbir taifesi, lisan-ı hal ve istidat diliyle Fatır-ı Hakim'den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: "Ya Rabbena! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle, saltanat-ı Rububiyet'ini lisanımızla ilan edelim ve ruy-i arz mescidinin herbir köşesinde sana ibadet etmek
İmam-ı Şazeli Hizbü'ş-Şekva Duası
Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla
Allahım! Yakarışımızın başında, sevip hoşnut olacağın şekilde Sana, en bereketli, en mübarek, en kutlu, en çok hamd ü senalarla hamd ediyor, Seyyidü'l-âlemîn ve Fahru'l-müslimîn Efendimiz Haz-reti Muhammed Mustafa'yı Senin rahmet, bereket ve selâmınla bir kere
ÂRZÛ-KERDEN-İ TARÎK-I SAVĀB
Yâ Rab efsürdeem men-i nâ-ehl; Hadden ütdi humâr-i bâde-i cehl
Koyma efsürde vü perişan-hâl, Işk odundan bana harâret sal!
Bezm-i ışk içre sun bana bir câm, Yek câmın naksum ide temâm;
Kılam âsâr-i ma'rifet ızhâr, Ola miftâh-i mahzen-i esrâr;
Ne şerâb o ki akli zâyil ide Tâ'atünden gönülni gâfil ide;
Ola mutlak, fesâd i din sebebi; Bula andan zevâl şer-i Nebî.