Jack London. Aşkı anlatışı, aşkın kendisinden daha güzel..
Eserlerinin sadece sınırı olmayan hayal gücünden kaynaklanmadığını, hayatından kesitleri öyle ya da böyle bir şekilde eserlerine yansıttığını kolaylıkla anlayabilirsiniz. Gerçekçilik-yaşanmışlık hissi size ulaşıp, sizi sarmaladığında kuşkuya yer bırakmıyor çünkü.
Martin Eden kitabı ise
★ Peyami Safa'nın 1950 yılında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen ve üç ana bölümden oluşan Yalnızız; isminden anlaşılacağı üzere bir arada yaşamasına rağmen kendi içinde 'yalnız' kalan, baskı altında ve dar bir alana hapsolmuş roman kahramanlarının hikayesini anlatır.
★ Meral, gizlice görüştüğü Samim'in, ağabeyi Ferhat’ın ve sonunun
(o kadar yazilmak icin yazilmis ki paylasmamayi bi dusundum belki silerim)
aslinda bu kitaba inceleme yazmayacaktim ama asiri sikildim ve yapacak bir sey bulamayinca bari suna inceleme yazayim dedim.
soyleyecek fazla bi seyim de yok ama olsun. (kesin yine sacmalar seksen paragraf yazarim, ne dusunuyorsam direkt ham sekilde buraya aktariyorum
“rüzgarın bağrında ömrüm tükendi
yıktı gönlümdeki "ben" denen bendi
ya ben oydum ya Rab, ya da o bendi “
bir fısıltı gibi gerçek şiir.. şiirde kafiye, redif, ölçü vs kısacası -biçim şiire giydirilmiş bir deli gömleğidir- modern edebiyat mantalitesini sarsabilecek yetkinlikte gibi gerçek şiir. belki çok uzaklardan -dağlardan- henüz
Güzel hoş bi kitap. Daha önceki "Bez Bebekler de Üşür" isimli şiir kitabında olduğu gibi, tüm gelirinin 'ÇOCUK İSTİSMARINI VE İHMALİNİ ÖNLEME DERNEĞİ'ne bağışlandığı 200'ü aşkın şiirden oluşan bir kitap. Şair kitabının tanıtımında :
"Ben Dostu...:Dert dinleyen sımsıcak yürek,
Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu
Ünlü şairleri belli kefelere koyarız. Belli akımlardan etkilendiler deriz. Mesela kimine Parnasizmden etkilendi deriz. Kimine sembolist deriz. Kimine fütürist kimine dadaist gibi şeyler deriz. Yani belli akımlara dahil ederiz. Ki normaldir. Bunu yaparken şairin ya da yazarın kullandığı metodlardan yararlanırız. Ama ben, bu Zarif adamı hangi kefeye
Herhangi bir eserde intihar konusunu anlatmak, okura hissettirebilmek her zaman için zor olan bir anlatımdır. İntiharın somut gerçekliğinin tasviri bir yana, intihar sürecinde bir insanın içinde bulunmuş olduğu zihinsel bunalımlar ve mantıksızlıkların resmedilmesi her zaman için en zor olan anlatımlardan biridir. Birçok eser, birçok felsefi metin
Gazzali, uykudayken bize çok mantıklı gelen rüyaların uyandıktan sonra nasıl saçma olduğunu anladığımızı, dünyanın da -hayat dediğimiz bu uykudan uyanınca- aynı şekilde saçma gelebileceğini söyler.
Yunus Emre
**
Söze nasıl başlanır diye söze girmek klişe olmasının yanı sıra uhdesinde ufak bir yalan barındırdığı da söylenebilir. Çünkü sözün hangi yolla neşet edeceği içten içe bilinir ve fakat esasında zaman kazanma amaçlanır. Bu kazanım söz sahibinin cümleleri toparlamasından ziyade söz
Osmanlı şehirlerinde, taş, sadece ibadet yerlerinde ve hayrın gözetildiği han, hamam, medrese, kütüphane, imaret gibi kamu yararına yapılan binalarda kullanılmıştır.
Mimarinin nazarında ahşap faniliğin, taş ise ebediyetin sembolüydü.
Bu kitap bende uzun bir süre sonra bir şeyler yazma isteği ve ayrıca roman dışında çok fazla okuma yapmayan ben için bu tarz kitapları daha fazla okuma isteği uyandırdı. Bu açıdan da önemli benim için.
Neler yazabileceğim, aklımdakileri yazıya dökebilecek miyim bilmiyorum ama başlayalım bakalım.
Kitapta işlenen üç karakterden beni en çok
Türkiye'nin önemli düşünürlerinden olan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, 100 kitaptan oluşan okuma listesi tavsiyesine dair yazılarının beşincisini yayınladı. ‘Önümüzü açacak öncü kuşak için 100 kitaplık okuma listesi’ başlığı ile ile kaleme aldığı yazılarda ödünç bir akıl ile ödünç bir dünya inşa edilemeyeceğinin altını çizen Kaplan, kendi