Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Önemli Bulduğum Bazı Kavramlar (Bilmek Ve Olmak adlı kitabımdan alıntıdır) Bir insanın kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için bazı kavramları ve olguları bilmesini zorunlu görüyorum. Bunlardan bazılarını aşağıda açıklıyorum. Özbilinç: özbilinç en genel anlamıyla kişinin kendi duygu düşünce ve davranışlarından haberdar olma halidir.
Yalnız değildim. Kendimi bildim bileli yalnızdım ama bugün yanlız değildim; bugün hayatın öz çocuğu olmuştum ve hayat bana Yankı’yı getirmişti Hayat öz çocuğunun saçlarını okşamayı bıraktı, omuzlarına dokundu ve bir adamın kollarına attı. Bu delilikti ama benim de akıllımın yerinde olduğu söylenmezdi.
Reklam
Gel gör ki bu hayatın anlamı yok, diye mi düşünüyorsun? Bu doğru değil. Hayatta o kadar çok şey var ki... ......buraya gelirken birden kar yağmaya başladı. Öylesine saf, hakiki bir mutluluktu ki... İlk kar... Eskiden dünyadan bu şekilde keyif alamazdım. Yapacak başka işlerim vardı, dikkatimi başka şeylere veriyordum. Dikkatimi bir insana veriyordum ve dünyayla meşgul olacak vaktim yoktu. Sonra o insanı kaybettim ve yerine bir dünya kazandım.
Her bana benzer yaratığa bakıyor ve soruyorum: Bu insan ne kadar ben? Ben ne kadar bu insanım? Kan bağı da dahil olmak üzere insanı insana bağlayan asli ve esasî bağlar yürürlükte mi? Eğer insanlar arasında hayatın idamesine hizmet edecek değerdeki geçerli bağlar varsa bize acı veren bütün zorlukların aşılabileceği inancı var içimde. Ama eğer bağlar asli ve esasî değilse zorlukların çoğalacağını ve beni nefes alamaz derecelere getiren sıkıntılara sokacağını görüyorum.
Ah bu arzularımiz
Strindberg in bir oyununu çok severdi. Rüya oyunu. Bu dramda, en büyük dileği hayatın kendisine yeşil bir balık kutusu bahşetmesi olan biri varmış; hani şu balık tutanların olta iğnesi, misina ve balık yemini muhafaza ettikleri yeşil, metal kutulardan. Bu insan yaşlanıyor, ömür geçip gidiyor ;ta ki nihayet bir gün tanrılar insafa gelip ona bir balık kutusu bahsedene dek. Sonra oyuncu , elinde uzun zamandır beklediği hediyeyle sahnenin kenarına geliyor, kutuyu uzun uzun inceliyor ve derin bir üzüntüyle söyle diyor. "bu tam yeşil değil."
Hiçbir şey unutulmuyor, kabul etmeli. Hayatın koca bir hafıza olduğu anlamına geliyor bu, öyle değil. Her şey hatırlanıyor demek de değil. olanlar, ardıllarının oluşunu etkiliyor demek bu ve hayat, hiçbir şeyin doğru dürüst hatırlanmadığı ve unutulmadığı bir çamur oluyor. Şekli de tadı da sürekli değişen biçimsiz bir heykel.
Reklam
Hayatın düzeninde bir şeyleri değiştirmek istiyorlardı. İşlerine yeni bir içerik kazandırmak istiyorlardı. Belli ki mesele tam da bu. Ekmeğini kazanmak, ailesini beslemek, iş sahibi olmak ve o işi düzgün yapmak insanoğluna yetmiyor. Hayır, insanlar daha fazlasını istiyorlar. İçlerinde fikir olarak, gaye olarak yaşayan şeyi ifade etmek istiyorlar. Sadece ekmek ve çalışma hayatında bir pozisyon, sadece iş değil, bir görev üstlenmek istiyorlar. Yoksa hayatlarının anlamı olmaz. ... Bir şeyler yapmak, hem de başkalarının yapamayacağı biçimde yapmak istiyorlar. Tabii bunu sadece yetenekliler istiyor. Çoğunluk tembel. Belki onların da ruhlarında, asıl meselenin haftalık almak olmadığı, Tanrı’nın onlara dair başka planları olduğu düşüncesinin zayıf hatırası hafif bir ışık gibi titreşiyor. Fakat bu çok uzun zaman önceydi. Ve bu insanların, içlerinde artık o hatıra yaşamayan diğerlerinin sayısı çok fazla.
Sayfa 163
#akıştakalmak
Yaradanın yarattığı kusursuz doğanın akışına aykırı davranan ve bu akıştan sapacak olan kişi merkezini bulamaz ve huzuru yakalayamaz, mutlu olamaz.Peki bizim tabiatımız nedir? özgür, asil ve mütevazi olmaktır. Çünkü başka hangi yaratık utandığı zaman kızarır. Doğa bir yandan bizi akışıyla şekillendirirken bir yandan kadın yada erkek olarak hayatın zevklerini yaşamak gerekir. Tüm bunları doğanın bizim için belirlediği yolda yürüyebilmek için yapmak zorundasın.
Hiçbir şey unutulmuyor, kabul etmeli. Hayatın koca bir hafıza olduğu anlamına gelmiyor bu, öyle değil. Her şey hatırlanıyor demek de değil. Olanlar, ardıllarının oluşunu etkiliyor demek bu ve hayat, hiçbir şeyin doğru dürüst hatırlanmadığı ve unutulmadığı bir çamur oluyor. Şekli de tadı da sürekli değişen biçimsiz bir heykel.
Sayfa 80 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Her kadının çocuk doğurması gerektiğini iddia eden toplumsal varsayım kısmen kadınlarla insan bedeni arasındaki sıkı ve asli bağıntıya dayanır: Kadınlar, üreyebilen, hamile kalan, çocuk doğuran ve emziren bedenleri sebebiyle tabiatla özdeşleştirilir, ki bu doğada hayvani olarak nitelendirilir. Buna bağlı olarak kadınların bedenleri, hamile kalıp kalmamasına bakmaksızın, en hassas biçimde hayatlarının mahiyeti ve varlığının gerekçesi olarak çocuk doğurma kapasitesiyle yargılanır. "Bütün hayatların annesi" olarak algılanırlar, hayatın akışıyla doludurlar ve hayatta kalmak için mücadele ederler. Şüphe edilmeyen varsayım, kadın anatomisinin üreme potansiyeli yüzünden kadınları anne olmaya mecbur bıraktığı için kadınlara biçilen bu kıymet, onları tabiatın tuzağına düşürür; kadınlar kaderci bir emirle pasif bir biçimde yönetildiği için çocuk doğurmaktan başka seçenekleri kalmaz. Diğer bir deyişle ve pek çok feminist yazar tarafından ifade edildiği üzere, toplum kadınları hamile kalmaya ve doğurmaya ikna etmek için biyolojik zulüme kadar uzanan "tabiatın dilini" kullanırken, tarihi ve kültürel kavramlar, biyolojik cinsiyetine göre kadınları hayalı bir seçimsiz/iğe hapsediyor.
Reklam
“ Bugün artık biliyorum: Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı ilk fırsatta katlederiz.Sonra da ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.”
Sayfa 138Kitabı okudu
Her hayatın, çukura düşen bir gece gezgini gibi er geç içine düştüğü yalnızlık . Erkekler için çare yok, bunu bilmiyor musun? Biz erkeğiz; yalnız yaşamak ve her şeyi hesaba katmak zorundayız, susmak ve yalnızlığa, karakterimize ve hayatın kanununa katlanmak zorundayız. Peki ya aile? Gördüğüm kadarıyla bunu soracaksın. Ailenin, insan hayatının kişilikten bağımsız, daha yüce bir anlamını, daha yüce bir uyumu temsil edip etmediğini... Sana göre insan mutlu olmak için yaşamaz. Ailesini korumak ve düzgün insanlar yetiştirmek amacıyla yaşar; bunun için de teşekkür beklememelidir, aynı şekilde mutlu olmayı da. Soruna dürüstçe cevap vereyim. Ve haklı olduğunu söyleyeyim. Ailenin “mutlu ettiğine” inanmıyorum. Hiçbir şey mutlu etmiyor. Fakat aile büyük bir görev, dünyaya ve kendimize karşı; onun uğruna hayatın anlaşılmaz dertlerine, gereksiz acılarına katlanmaya değer olması gerekiyor. Ben “mutlu” aileye inanmıyorum. Fakat ortak hayatın farklı biçimlerini, insan topluluklarını gördüm: Bu topluluklarda herkes biraz da diğerlerine karşı, herkes kendi için yaşar ama bir bütün olarak, aile adı altında yine de bir arada kalırlar; bu ailenin tek tek üyeleri aç kurtlar gibi birbirinin üstüne atlasa da... Aile... İddialı bir kelime. Evet, belki de hayatın amacı ailedir.
Sayfa 107
Zihnin olağanüstü bir güç ve üstünlük derecesine doğru gelişimi, böylelikle dengenin her bakımdan iradenin aleyhine bozulması –ki gerçek dehanın özünü oluşturan bir durumdur bu- sadece gereksiz bir fazlalık değil, fakat gerçekte hayatın ihtiyaç ve amaçları için de bir engeldir. Bu şu demektir: Gençlikte nesnel dünyayı kavramak noktasında aşırı bir enerji ve ona eşlik eden dipdiri bir hayal gücü ve çok az bir tecrübe, aklı abartılı fikirlere duyarlı hale getirir ve bu çok kere tuhaf hatta garip bir kişilikle neticelenir. Daha sonraki yıllarda ise, bu zihin durumu artık varlığını sürdüremeyip tecrübenin öğrettiklerine yenik düştüğünde, deha kendisini günlük hayatın dünyasında ya da hayatın alışılmış uğraşları noktasında asla o kadar rahat hissetmez ve sıradan akla sahip bir insanın rahatlığıyla hareket etmez: [o dünyanın içinde yer almaz]; kuvvetle muhtemeldir ki ilginç hatalar yapar. Çünkü sıradan bir kafa kendi dar fikirler dünyasında ve eşyayı kendince algılama tarzıyla o kadar kusursuz biçimde rahattır ki, hiç kimse onu bu dairenin içerisinde denetim altında tutamaz; yetenekleri her zaman asli amaçlarına, yani iradenin hizmetini gözetip yerine getirmeye sadık kalır; dolayısıyla kendisini sağa sola yalpalamaksızın ve asla onun ötesine geçmeksizin bu amaca adar. Diğer taraftan, ifade ettiğim üzere, deha aslında bir monstrum per excessumdur; [Zenginlik-kusursuzluk nedeniyle bozukluklar] nasıl ki bunun tam tersi sert, ateşli, hararetli ve akılsız insan, beyinsiz vahşi bir monstrum per dejectum [Yoksunluk- kusur nedeniyle bozukluklar] ise.
"Dünyanın hâli ve bu hayatın aslı bir rüyadır, bir hayaldir, bir aldanıştır ve bir an süren bir şeydir."
Sayfa 182 - 281. rubai
Bu hayatın sana öğrettiği en önemli ders, inandığın yalanların bir gün gerçekleşeceğidir.
1.291 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.