Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Citiali, siyah, papilio thoas, king page swallowtail, sarı, sarı, sarı, kanat, kelebek, toz, maua, papakura, mayan satar, king, siyah, citiali… Rıhtımda ayaklarını süre süre yürümeye başladı. Kırık tahtalar ayaklarına takılıp sendeleyerek arşınlıyordu rıhtımı. İçi sızlar hali vardı ve hüzün dökülüyordu yüzünden. Adımlarını daha da yavaşlattı.
238 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
27 günde okudu
Puslu Sözlük
İhsan Oktay Onar'ın bu muhteşem kitabında tek eksik olan bir sözlük. Bu kitap kelime dağarcığınızı geliştiriyor... İhsan bey'in bu kadar kelimeyi nasıl öğrendiğini merak ediyorum doğrusu. Bir elimde kitap, Bir elimde tablet. Tableti sözlük olarak kullanıyorum. Şu an itibari ile 10 sayfalık bir sözlüğüm oldu. Bu sebeple bu kitabı bitirmek öyle
Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlasıİhsan Oktay Anar · İletişim Yayınları · 202048,1bin okunma
Reklam
"Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?"
Sayfa 75 - Zamanın Boğuntusu | 1995Kitabı okudu
Hz. Muhammed(sav) ne diyor; “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rab’binden istesin. Hatta kopan ayak kabı bağına varıncaya kadar Allah’tan isteyiniz.” Kul olan sen, bu bilince vardığın anda işler değişmeye başlar. Sen değişmeye başlarsın. Hayatın mucizevi değişimler yaşamaya başlar.
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi” dedi. “Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık… Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?”
Flaş
Hava poyrazladı yağmur yağacak Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin Yukarda Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü Patladı patlayacak Olanca hışmıyla kentin. Sensin
Reklam
Doktor, "Yahu, bu adamların bizler gibi, ayak kabı çıkartma alışkanlığı olmadığı için, çoraplan delik olabilir, ayaklarına doğru bakmayın da mah cup olmasınlar," dedi.
Sayfa 104Kitabı okudu
daha önce ayak bile sürmediğim bir bölgede, hiç bilmediğim bir şehirde, yabancı bir sokağın ortasına konulmuş avlulu bir apartmanda dördüncü gecem. ilk gün gurbetlikten ağladım. ikinci gün eksikleri düşününce. üçüncü gün temizlik yaptım. dördüncü gün de alışveriş. arka arkaya sıralayınca ne kolay gözüküyor şimdi göze. fakat kendimi dört yaş büyümüşüm gibi hissediyorum. bir evin sorumluluğu büyütüyor insanı hemen. bir kapının pervazı çıkmış mesela, ben yapmalıyım. saklama kabı ve kavanoz almak lazım, ben almalıyım. balkon duvarları epey kirlenmiş temizlemek lazım, ben temizleyeceğim. tuhaf. müdürüm doğum tarihimi görünce ‘çok küçüksünüz ya’ dedi. ses etmedim. yaşı takvimde arayanlarla aram yok ama iyi geçineceğim. geçinmeliyim. avluda horoz ve kaz var. benim bildiğim horozlar sabaha doğru öterdi. buranın horozu gecenin üçünde uyandırıyor, karşı evin avlusunda olduğunu düşündüğüm horozla karşılıklı güzel bir gece serenatı yapıyorlar. ah canım ne güzel sesin var maşallah diyorum, sonra yastığı dişliyorum. şaka, daha boynumun altına koyacak bir yastığım bile yok. bunları yazarken bir abi apartman merdivenlerini tırmanıyor, dilinde Kürtçe bir şarkı. tüm bu duyguların ve yazının arasına giren reklam gibi. geçmez dediğim günlerin devr-i daimi içindeyim velhasıl. buraya gelmeden önceki bir ay geçmek bilmezdi ama geçivermiş. ben buradayım, buradaki vakit de geçmez sanıyorum. ama geçecek. rüya gibi. burada geçen sürede heybeme ne doldururum bilmiyorum ama şu sıralar dilimde yalnız bir dua dönüp duruyor; göndereceğin her hayra muhtacım.
Nazım Hikmet Farkı
Seher vakti habersizce girdi gara ekspres  kar içindeydi  ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım  peronda benden başka da kimseler yoktu  durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri  perdesi aralıktı  genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada  saçları saman sarısı kirpikleri mavi  kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve
Nefsine ağır geleni sakın kimseye tatbik etme! Düşmanının dahi insan olduğunu unutma. İnsanoğlu için en kutsal ibadet çalışmak, doğruluk ve insan sevgisidir… Asalet; doğruluk ve doğruluktur… Şu alemin şartlarına ayak uydur ama kendin ol. Hani su, girdiği kabı şeklini alır ama öz de aynı kalır ya. 
Reklam
Düşünmek ne kelime
''… ‘Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi’ dedi. ‘Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık… Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?’ …''
Sayfa 75 - Kırmızı Kedi Yayınevi
Ayak kabı
Ayakkabı kelimesini hiç böyle düşünmüş müydünüz ? Ayak-- kabı
var mı başka yolu
Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi, dedi. Suyun içine konulduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik. Sesler, nesneler, kokular. Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık. Birden açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgarda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa. Bütün bunların var olması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?
"Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakır saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündüm mü hiç, tuhaf değil mi sence de?"
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi” dedi. “Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?”
89 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.