“Sen de İbrahim gibi kendi İsmail'ini getirmelisin Mina'ya. Senin İsmail'in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim'in İsmail'i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı.”
(Ali Şeriati)
Yukarıdaki satırların yazarı Ali Şeriati ile üniversite yıllarında
Sabahattin Ali bilindiği üzere realizm ve toplumcu gerçekçiliğin en önemli öncülerindendir. Cumhuriyetin ilk yıllarında yazmıştır eserlerini ve çok kısa, dramatik bir sonla biten ömrüne birçok eser sığdırabilmiştir. Özellikle keşke romanları daha çok olsaydı dedirtmeyi başarmıştır 3 tane önemli eseri ile. Hayatının son yıllarında özellikle milliyetçi
Şimdi nasıl anlatsam bilemiyorum, sevdiğin bir tatlıyı bitmesin diye küçük parçalar halinde yemek, paran bitmesin diye azar azar harcamak, yoksul evlerde gaz lambasını tasarruflu kullanmak gibi bir şeydi bu kitabı okumak; bitmesin diye, azar azar.
Okurken
Ali Lidar'a da mesaj attım: Bilemedim dedim, bu kitap depresyona girme sebebi mi yoksa
babam kahvaltı sofrasında anlatıyor:
afrika'ya yardım götüren bir doktor vardı. bir gün başından geçen bir olayı anlattı. dedi ki: "Afrika'ya giderken yolda acıkırız diye yanıma kuru incir aldım. Afrika'dan biri bana onun ne olduğunu sordu. bir türlü nasıl açıklayacağımı bilemedim. sonra birden aklıma tin suresi geldi ve "ve't tin-i ve'z zeytun" deyip tin'i vurguladım. (incire ve zeytine andolsun./tîn,1)
o anda o kadar mutlu oldu, o kadar sevindi ki.. yanımda ne kadar varsa ona verdim. herkesi çağırdı 'gelin kur'an'da geçen meyve var burada!! ' diye..
aldı, kuru incirleri küp küp doğrayıp dağıttı herkese. oturup dua ettikten sonra yediler. birden gözlerinden yaşlar süzüldü cennet meyvesi yedik diye.. o gözlerdeki mutluluğu tarif edemem.."
"biz ise bunca nimet içerisinde ne kadar da şükürsüzüz.." deyip bitirdi babam..
Rus romanlarını çok seviyorum. Rus dünyasına zihin yolculuğu yapmak, o sokakları, o soğukluğu, burjuvaların yaşamlarını, yoksulların dertlerini, bir adamın paltosunu, bir kadının şapkasını içimde çok fazla duyumsuyorum.
İşte böylesi bir yolculuğa çıktığım bir kitap daha. Hemen kitaptan bahsedelim. Dostoyevski'nin ilk kitabı olan İnsancıklar
“o mahur beste çalar
Müjgânla ben ağlaşırız.''
İncelememe bu sözlerle başlamak istedim.
Çünkü biliyorum okuyan, okumayan kitabın ismini duyan herkesin aklından geçecektir.
Peki burda 'mahur' nedir? Müjgân kimdir?
**Mahur besteyi çalan “o” herhangi bir enstrüman, müjgan ise Klasik edebiyatın kirpik remzidir: Geniş bir hayal ve rüya dünyası
Kaç asır değdi yüreğine şu kısacık ömründe.Zaman küllerine bile acımazken ne güzel sevdi. Ben takılırdım, o düşerdi.Ben ayıp ederdim, kendi utanırdı.O kaçırırdı gözlerini.Onun yüzü kızarırdı.O kadar benimsemişti ki beni...O kadar bendi kii...Beni yaşatan kan onun damarlarından akıyor gibi.Şimdi o yok.Damarım dursa kanım kesilse tüm cümlelerim şu kurduğum cümle gibi yanlış, devrik olsa...Dilim dolansa.Ama yok...Ben bilemedim.Siz bilin.Değer verin, kıymet bilin!!!
Kalem elimde önümdeki boş kağıda uzun uzun baktım bilmem kaç dakika.. İnanılmaz yazmak istedim ama nereden nasıl başlamalıyım bilemedim. Kitap beni böldü, çarptı, vurdu geçti.. İçimde bir yerlerde donmuş kalmış buzlarımı eritti. Deli gibi akan sıcacık kanımı dondurdu.
İlk öyküde; aşkı hiç tanımamış, içinde kalan duygular yüzünden çürümüş, sinmiş, kendi içine dönmüş, sevmeyi asla bilememiş öğrenememiş bir erkeğin hikâyesi yaktı içimi. Bir sonrakin de; anne baba sevgisinden mahrum kalan, sevgisiz büyümüş bir çocukluğun getirdiği sevmek ve sevilmek arzusu ile yanan bir erkeğin hüzünlü hikâyesi. Sonra çok sevmiş ama bitmeyen yarım kalan Mikail'in hikâyesi şaşırttı.
"Kırmızı Azap" öyküsü için cümle bile kuramıyorum. Ahhh "Kaybetme Korkusu" boğazımda düğümlenen bir hıçkırık. Öyle bir hıçkırık ki hıçkırığımın hıçı "kırık".. Vee kanımı donduran Fehime'nin hikâyesi analığımdan, insanlığımdan vurdu beni. Abartmıyorum böğüre böğüre ağladım.
Velhasıl; Tunç yine beni sağlı sollu bir yumrukladı, sarstı, bi' uyan bakalım kendine gel azıcık, dedi bu kısacık ama muazzam etkili kitabı ile.. Bilenler bilir Emine her Ayfer Tunç kitabından sonra:
" Bu hatun fatura yazsa okurum" der ;)
Kırmızı AzapAyfer Tunç · Can Yayınları · 2021878 okunma
Kitabı düşünmeden aldım. Nasıl olsa tavsiye eden kişi bu kitabı benden önce okumuş, benim yerime düşünmüş, beğenmiş ve bana tavsiye etmiş. Hal böyle olunca "işin ehli biri" diye düşünerek, düşünmeden aldım kitabı. Çünkü güvenilir biriydi. Gene düşünmeden ve hiç araştırma yapmadan başladım okumaya. Sayfaları çevirdikçe düşünmememin
ANLAŞILAN ALIŞMIŞIM, SENSİZ OLMAZ!..
Hayat hem uzun, hem çok kısa. Gerçek aşk mı? Ömürde bir başa gelir, o da belki...
Kimi zaman hepimiz karşımızdakini idealize etme eğilimini gösterebiliyoruz. Bize bağdaştırmak, kendimize benzetmek uğruna müthiş çabalar sarfediyoruz. Ehh.. Yaşamak istiyoruz o tutkuyu.Eskimeyen, bitmeyen gerçek sevda öyle
Kuyucaklı Yusuf'u uzun zaman önce okudum, büyük bir hevesle,bir çok beklentiyle...
Ne yazık ki umduğumu bulamadım daha sonra bulunduğum ruh hali, yer ve zamanın etkili olduğunu düşünerek biraz zaman tanımam gerektiği kanısına vardım...
Evet ,uzun bir zaman diliminden sonra yeniden okudum ancak fikirlerimde olsun duygularımda olsun pek
Merhaba dostlar. Günlük hayatımız alışkanlıklarımızı nasıl da etkiliyor değil mi? Yaşadığımız şartlardan dolayı, doyasıya kitap okuyamamanın üzüntüsünü yaşarken, bir yandan da normal şartlarda olmasa da görevimi yaptığım için mutluluk duyuyorum. Çünkü her an birilerinin gazabına uğrayabilir ve görevimden uzaklaştırılabilirim. Görevden
İnsanlığın -her anlamda- can çekiştiği bir noktadayız.
Zülfü Livaneli'nin söyleşisinde yer alan bir cümle. Onun eser hakkında söyleşisi ile son buluyor Balıkçı ve Oğlu. 21. yüzyıl düşünüldüğünde "insanlığın can çekişmesi" tabiri çok da haksız sayılmaz aslında.
Nereden başlasam bilemedim incelememe. O kadar hassas konulara değinilmiş