Ahmet Ümit’le bab-ı esrar sayesinde tanıştım, o kitaptan pek etkilenmediğim için belki yanılıyorum deyip kayıp tanrılar ülkesini de okumaya karar verdim. Maalesef beni hiç sarmadı, kitap bitmek bilmedi, mitolojik kısımlar hariç bende bir ilgi uyandırmadı. Bilmiyorum belki de polisiye sevmiyorum. Nasıl ki diğer kitapta Mevlana ve şems konusunda içimde, istemsiz negatif bir düşünce oluştuysa, bu kitapta da nerdeyse her sayfada pergamon altarı, Bergama, Olimpos kelimelerini görmek bende ters etki yarattı.. merak ve ilgi duymam gereken, önemli bir tarihi konudan yine istemsizce uzaklaşmaya başladığımı hissettim..
Polisiye kısmında karakterlerin hal ve hareketlerini betimleyen cümlelerin zihnimde yarattığı sahneler sıradan Amerikan polisiye filmlerinden alınmış gibiydi.
Burda yazacaklarım Spoiler olur mu bilmem ama;
Sırf cinayet mahalinde ve birkaç yerde gamalı haç sembolü gördü, 1-2 nazi karşıtı ifade dinledi diye düz mantıkla 400 sayfa boyunca baş şüpheli olarak naziler üzerinden fikir yürütmesini, analitik düşünmemesini,
kitabın kahramanı olan başkomiser Yıldızın zekasına ve çizilen güçlü karakter portresine yakıştıramadım. Ama son 50-60 sayfada anlam veremediğim bir şekilde ne olduysa, komiser yıldız bütün iddianameyi harfi harfine sıraladı ve tüm tahminleri de tuttu.
Ve cinayeti de bir çırpıda çözüverdi..
Sanırım daha Ahmet Ümit okumam.