Gözünüzün rengi nasıldır bilmiyorum,
Çünkü ne zaman baksam gözlerim kamaşıyor Gönlüm şimdi ufak bir sevinçten bile mahrum,
Yalnız sizi kazanmak emeliyle yaşıyor...
yaşamışsınız işte. hayattasınız. ben de hayattayım ama yaşıyor muyum bilmiyorum. ağız dolusu gülmedim bir kere bile. bir kere öpmedim Nurten'i kendime çekip. çocuk yapmak başka, sevişmek başka. hiç "seni seviyorum" demedim, o da bana demedi. hiç "canım" demedim, o da bana demedi. Nurten'i bana "efendi" demekten zor vazgeçirdim ben, canım da neyin beklentisi? nurten'in yazısı nasıldır bilmiyorum, hiç mektubunu yahut bir notunu okumadım. nurten de benimkini gördüyse masanın üstüne bıraktığım bulmacalardan görmüştür Nurten'i seviyor muyum ben? evet ama bunu kendime bile söyleyemiyorum.
Böylece bu konudaki genel görüşümü galiba Türkiye hakkında bir İngiliz devlet adamının (galiba Disraeli’ydi) söylediği ünlü sözle bitireceğim: “Türkiye geleceği parlak bir ülkedir ve hep öyle kalacaktır.” Ne zamana kadar? Bilmiyorum. Galiba dünyanın, çağdaş dünyanın gerçekleri bizi -ve tabiî etrafımızdaki diğer Orta Doğu ülkelerini, Müslüman ülkelerini- her tarafımızdan sıkıştırıncaya, sırtımızı hiçbir yere kaçamayacak şekilde çağdaşlığın duvarına dayayıncaya kadar.
“Boromir! Bu zararda ne parmağın var bilmiyorum, ama şimdi yardım et bana! O iki genç hobbitin peşinden git; Frodo’yu bulamasan bile en azından onları koru bari. Eğer onu bulabilirsen veya izine rastlarsan buraya dön. Ben hemen geliyorum.”