Şimdi yerdeyim. Geldi erkek bozkurt.
Dedi: “Ayaklandı baştan başa yurt.
Uğuz Kağan kalkmış, cenge çıkacak.
Kakımış, acunu vurup yıkacak.
Tâ varam diyor Kızıl Alma’ya dek,
Bir avuç toprak yada kalmaya tek.”
Dr. Rıza Nur (125. Bölüm)
Bir varmış, bir yokmuş, Tanrı'dan gayrı hiç kimse yokmuş,
Ve Tanrı yalnızmış,
Yer varmış, gök varmış, dağ, deniz, çöl, sahra, güneş, ay, yıldız, bulut, çiçek, bitki, hayvan... devler, periler...
Ama Tanrı'yı tanıyacak, Tanrı'yı sevecek, Tanrı'yla konuşacak hiç kimse yokmuş... Tanrı'nın söyleyecek çok fazla sözü varmış,
Maxie Schnadig, Luke’un vefalı arkadaşı, mezarın başında koca bir çelenkle duruyor ve tabut indirilirken belki de bir avuç toprak atıyor. Bu bana sözcüklerle anlatılamayacak kadar aptalca geldi. Neden bu kadar saçma bulduğumu bilmiyorum, ama saçma buluyordum. Maxie avanağın tekiydi. Ona sadece arada sırada borç alabildiğim için tahammül ediyordum. Kız kardeşi Rita vardı sonra. Arada sırada akıl hastası olan erkek kardeşiyle ilgileniyormuş ayağına yatıp onu evinde ziyaret ederdim. Her zaman güzel yemekler olurdu orada, ebleh kardeşi de hayli eğlenceliydi. Şempanzeyi andırırdı, konuşması da şempanze gibiydi, Maxie benim sadece iyi vakit geçirmek için orada olduğumdan kuşkulanamayacak kadar ahmaktı; erkek kardeşiyle gerçekten ilgilendiğimi sanıyordu.
Tabiat ana hem zalim, hem lütufkârdır. O, ne sever, ne de acır. O, yalnız kendi kanununa uyar. Soğuk dondurur. Sıcak yakar. Fırtına dalları kırar, gövdeleri devirir. Hasarat hakkını ister. Adına "çiftliğim" dediğim şu bir avuç varlık, adına tabiat kanunları dediğimiz o haşarı kudretin elinde savrulur durur. Ama insan denilen yaratık, yılmaz ve toprak ana her seferinde emreder:
— Yeniden başla!
Her gelen afet karşısında sizin hakkınız, sadece bir anlık acı bir tebessümden ibarettir. Güler, geçer ve yeniden başlarsınız.
..
göğüs kafesimden
martılar uçur, güvencinler gibi sessiz kal
sustu
uzun bir süre rüzgârın ıslığı
el açtı
Menekşe'nin bir avuç yaprağı
...kara toprak ağacımın
kökünü bana bağışla.
Emile Zola'dan Ölüme Dair 5 Öykü: Nasıl Ölünür
Zola'nın titiz üslubu ve gözlem dehasının berrak bir su gibi parladığı bu kısa eserin başrolünde toplumsal bir olay olarak ölüm vardır: Ölüm herkesin başına gelir ama her insan ölümü farklı bir şekilde yaşar, herkes kendi çevresinin içinde ölür.Beklenen şeyler hep geç gelir, vaktinde gelen tek olağan durum ölümdü. İnsan ölünce ilk adı alınıyor. Kimi ölü kimi cenaze kimi ceset. İsmimizin bile bir ehemmiyeti kalmıyor. Cenazeyi unutturan en ufak bir durumda insanlar bu durumu hemen unutuyorlardı.
"Ne diye böbürlenip büyükleniyorsun. Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi?"
...
Halik ki her mahlüktan başka yarattı bizi
Zaman bir avuç toprak yapsa da cismimizi
Kainat hayretlerle anmalı ismimizi
Yaşamak, asırları bir hamlede aşmaktır...
'' Koskoca okyanusların dibindeki bir avuç toprak o baskıya nasıl dayanıyorsa sen de öyle dayanmalısın Milena. Bugüne kadar insanlara tahammül edebileceğimi yeryüzü ile başa çıkabileceğimi düşünmezdim hiç. Ama sen şunu öğrettin bana dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış.”.