Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Paşa "Haydi, bir şeyler okuyun" buyurdu. Cevdet Hoca, sazlara "Kürdilihicazkar yapalım" dedi, sazların peşrevden kısa bir bölüm çalmalarının ardından genç hanende o günlerin meşhur bir şarkısına başladı: "Karşıyaka'da İzmir'in gülü / Seyran ediyor elinde mülü"... Ama ikinci mısraı okuyamadı, tam "İzmir'in gülü" demişti ki, Mustafa Kemal elini şiddetle masaya vurdu; hanende ve saz heyeti sustular, salonu sessizlik bürüdü. O günlerin genç hafızı hadiseyi bana altmış küsur sene sonra anlatırken "Ne iş ettiğimi o anda fark ettim" diyecekti. Latife Ha­nım'ın İzmirli olduğunu ve Paşa'nın az bir zaman önce hanımını boşadığını hatırlamıştı! Ne yapması gerektiğinin endişesi içerisindeyken, Paşa "Çocuk, sen hiç İzmir'in gülünü kokladın mı" diye sordu. Cevdet Hoca korka korka "Hayır Paşam" cevabını verdi. Mustafa Kemal Paşa sustu, gözleri birkaç saniyeliğine uzaklara daldı, sonra "Bu şarkıyı okuma!" dedi
"Hadi biz şimdi neyiz konuşması yapalım,” dedi. Kocaman bir gülümsemeyle,"Pekala,” dedim."Neyin olmamı isterdin?” "Benim olmanı isterdim,” dedi."Peki sen, neyin olmamı isterdin?” Gülerek ona uzanıp dudaklarına kısa bir öpücük bıraktım."Benimsin ve bu bana yeter.” "Bakın şu ukala küçük hanıma. Demek seninim, öyle mi?” Kahkaha atarak başımı geri yatırdım."Kesinlikle.” "Ah Kelebek.” dedi sayısız duygu dolu bir sesle."Seni nasıl özlediğimi bir bilsen.”
Sayfa 125Kitabı okudu
Reklam
"Ben," dedi, "bir şeye özlem duydum mu, ne yaparım bilir misin? Bir daha hatırlamayacak kadar bıkıp da kurtulmak için yerim, yerim... Ya da tiksintiyle hatırlamak için. Bak bir zamanlar çocukken, kirazlara karşı anlatılmaz bir tutkum vardı. Param olmadığı için azar azar alıyor, yiyor, yine istiyordum. Gece gündüz kiraz düşünürdüm, salyalarım akardı; işkenceydi bu! Günün birinde, kızdım mı, utandım mı, bilmiyorum; baktım ki kirazlar bana istediklerini yaptırıyorlar ve beni rezil ediyorlar, ne plan kurdum bilir misin? Geceleyin yavaşça kalktım, babamın ceplerini yokladım, gümüş bir mecidiye bulup çaldım. Sabah sabah da kalktım, bir bahçeye gidip bir sepet dolusu kiraz satın aldım. Bir çukurun içine oturup başladım yemeye. Yedim, yedim, şiştim, midem bulandı, kustum. Kustum patron. O zamandan beri de kirazlardan kurtuldum; bir daha gözüme görünmelerini bile istemedim. Özgür oldum. Artık kirazlara bakıp şöyle diyordum: Size ihtiyacım yok!.."
Sayfa 226 - Can YayınlarıKitabı okuyor
Bir hafta uğramadım bakkala. Dedem gelmesin diye haber yollamış annemle. "Buna terbiye verin!" demiş. Çok kızdı annem, bir saat söylendi. "Terbiyesiz!" dedi bana. Çok ağırıma gitti. "Verseydin terbiyemi o zaman, annem değil misin, benim terbiyemi komşular mı verecek?" diye bağırdım. Terlik attı arkamdan. Kaçtım evden.
Sayfa 129 - Taze KitapKitabı okudu
Ender sinyalleri geliyor sanki...:))
"Sıra sende," dedi kollarını göğsünde kavuşturup bana bakarak. "Ne anlatabilirim ki? Bahse girerim tüm hayat hikâyemi araştımışsındır, dedim. "Evet," dedi dedi gerginlikle. "Askerî okul geçmişinden haberim var.Ben diğer şeyleri merak ediyorum. Neleri seversin mesela?" Sağ gözümü kısıp düşünmeye başladığım sırada bakışlarım tekrar dalgalara takıldı. "Mavi, güzel bir renk." "Lacivert gibi mi?" diye sorduğunda duraksayıp başımla onayladım. Maviyi değil laciverti severdim ve bunu yalnızca Ender bilirdi. "Nereden tahmin ettin?" "Başarının rengi olduğunu söylerler. Başarılı insanlar genellikle laciverti sever." "Bunu bilmiyordum," diye itiraf ettim. Ben laciverti, gökyüzünü en çok lacivertken güzel bulduğum için severdim.
Sayfa 285 - Parola YayınlarıKitabı okuyor
"Bardakları elime tutuşturup mutfaktan çıktı, neşesi yerindeydi. Ben de terasa döndüm. Âşık ve Narin kafesinin üzerinde öylece dip dibe oturuyordu. Kahvaltı soframız hala duruyordu. Ben kalktığım sandalyeye oturup kollarımı aynı şekilde getirdim, yaslandığım yerden kule dibini seyrediyordum. Güneşli bir pazar gününü değerlendiriyordu insanlar. Sonra bir şey oldu. Sanki bir böcek uçarken yanlışlıkla kafama çarpmıştı. Daha ne olduğunu anlamadan Ozan başıma bir şey kondurdu. "Ne oluyor?" diye çırpınırken, "Taç kargoda kalmış, komite bunu geçici olarak gönderdi," dedi. Başıma yerleştirmeye çalıştığı şey; 3 gazlı bezin örülüp birbirine bağlanması ile oluşan bir halkadan ibaretti. İki yanına maydanoz yaprakları tutuşturulmuştu. "Evde hiç çiçek yokmuş," dedi sonra telaşla. "Ne bu?"deyişim safçaydı. O ise gamzesini göstere göstere, "Prenses tacı," dedikten sonra hemen ekledi. "Olmamış mı, ne olduğunu bile anlaşılmıyor mu?" Neredeyse ağlayacaktım. Nasıl zor tuttum kendimi... Dost canlısı bir insan değildim. Kötü biri değildim ama çok iyi bir insan da sayılmazdım. Aslında ben hiçbir şeydim. Ve Ozan gibi birinin bana önce cumartesi gecesini, sonra anılarını, çocukluk yatağını, pazar gününü, sofrasını, sonra da elleriyle yaptığı bir tacı vermesi... Gel de inan rüya görmediğine. Gel de inan gerçek oluşuna."
Sayfa 205 - Pukka Yayınları, BaharKitabı okuyor
Reklam
-Şimdi bana hırkadan söz etmenin sırası mı? Ben sabırsızlıkla duygularınızın adıı öğrenmek isterken, bütün ruhumla... Peki, öyle olsun. Ben size âşığım. Başka türlü bir duyguyla aşk olmaz; insan anasına, dadısına, köpeğine aşık olmaz, onları sadece sever. Olga içindeki duyguyu anlamaya gayret ederek, kendi kendisiyle konuşur gibi: -Bilmiyorum, dedi. Size âşık olup olmadığımı bilmiyorum; değilsem belki daha sonra... Ama sizi babamdan, annemden, dadımdan başka türlü sevdiğim de su götürmez. -Nasıl başka türlü? Aradaki fark ne? -Bunu sahiden bilmek mi istiyorsunuz? -Evet, evet, evet. Kendiniz de bunu bilmek istemiyor musunuz? -Niçin bilmek istiyorsunuz? -Her an bununla yaşamak için. Bugün, bu gece, yarın sabah... sizi tekrar görünceye kadar...
Öğleden sonra geç saatlerde uyandım, güçlendim ve tazelendim. Sherlock Holmes, kemanını bir kenara bırakıp bir kitaba dalmış olması dışında hâlâ tam ona bıraktığım gibi oturuyordu. Ben kıpırdanırken bana baktı ve yüzünün karanlık ve sıkıntılı olduğunu fark ettim. "İyi uyudun" dedi. "Konuşmamızın seni uyandırmasından
“Kısacası,” diye devam etti, “gerçekler bunlar. Babam bir Hint alayında subaydı ve ben daha çocukken beni evime göndermişti. Annem ölmüştü ve İngiltere'de hiç akrabam yoktu. Ancak Edinburgh'ta rahat bir pansiyona yerleştirildim ve on yedi yaşıma kadar orada kaldım. Alayının kıdemli yüzbaşısı olan babam, 1878 yılında on iki ay izin alıp
“ Deprem koskoca bir kenti birkaç dakikada yutuverir, dedi. Ne güzel değil mi? Ama söyle bana, bir deprem ne kadar zamanda oluşur acaba? “
Sayfa 243 - Lilith YayıneviKitabı okudu
Reklam
"Sen akıllı bir adamsın, dostum John; iyi mantık yürütürsün ve nekān gözüpektir, ama çok fazla önyargılısın. Gözlerinin görmesine ya da kulaklarının duymasına izin vermiyorsun ve günlük yaşamınin dışında olan şeylerin senin için değeri yok. Anlayamayacağın, ama yine de var olan şeyler olduğunu düşünmüyor musun; bazı insanların görebildiği,
Sayfa 217 - Dr. Seward'ın Günlüğü - 26 EylülKitabı okuyor
“Ekselansları gayretimi affedebilir mi?” dedi tanıdık bir ses. Prens bir anda rahatlayarak Albay’ın boynuna sarıldı. ... “Bir daha böyle tehlikeli işlere bulaşmayarak,” diye cevapladı Albay, “bana yeterince teşekkür etmiş olursunuz."
su yeşili, dedim. kirpikleri yüzüne döküldü. eski bir pembe, göğüslerinden kâküllerine yürüdü. parmakları ürperdi. görünmeyen bir uzaklık saçlarını omuzlarından kaldırdı. değişiyor sanırım, dedi. akşam olurken keder yeşili oluyor. yalnızlığa bakarken buz yeşili. bahçelerin buğulandığı zamanlarda tomurcuk yeşili. ışık düşünce tirşe bir gökyüzü oluyor. ağlayınca acı bir yeşil dünyayı damla damla zamanın dışına götürüyor. göz işte. alın çizgin ne renkse o da o renk. sesin ne renkse, avuçlarındaki boşluk ne renkse. pencerendeki arzu, eşiğindeki gerçek, uykundaki çocuk ne renkse, gözlerin de bütün bunların rengine boyanıyor. bir gün toprak yeşili, bir gün turna yeşili, bir gün sararan otlar yeşili, bir gün yeşeren otlar yeşili. bana öyle geliyor ki biz bütün rengimizi sevgiden ve sevgisizlikten alıyoruz. kalp mi, gönül mü, bazen şaşırıp kalıyorum bu hâzineye isim vermekte. biliyor musun, insan tanrısını içinde taşıyor ama hep uzaklara dua ediyor.
Öğrencilerime..
“ Kendimi kötü hissettiğimde çalışırım,” dedi. “Keyifsiz olduğumda, melankoliye kapıldığımda, yaşamaktan sıkıldığımda çalışmaya otururum. Belki başka reçeteler de vardır ama ben bilmiyorum.Veya onların bana yararı olmuyor. Benim önerimi mi istiyorsun; buyur, çalışmaya otur.Tanrı’ya şükür seninle benim gibi insanlar da çalışmak için hiçbir şeye gerek yoktur, kağıt ve kalem dışında.“
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.