Beni altüst eden, sıtma nöbetine tutulmuş gibi titreten şey Fräulein Funkel'in kızıp köpürmesi olmamıştı, beni titreten dayak ya da eve kapatılma cezası ya da herhangi bir şeyden duyduğum korkunun verdiği heyecan da değildi. Bunun gerçek nedeni, bütün dünyanın başlı başına adaletsiz, kotü, adi bir kalleşlikten baska bir şey olmadığını kavramamdı. Bu köpekçe kalleşliğin nedeni de ötekilerdi. Yani bütün herkes. Öbür insanlann hepsi, ayrımsız. Başta, bana doğru dürüst bir bisiklet almayan annem; hep onun dedigini onaylayan babam;
ayakta bisiklete binişime kis kis gülen ağabeyim ve ablam; Frau Dr. Hartlaub'un başıma bela kesilen o igrenç iti; akın akı gelip göl caddesini tıkayan, benim de zorunlu olarak geç kalmama yol açan gezinti meraklıları;
fügleriyle insanın içine afakanlar salan, insanı işkencelere sokan besteci Häßler; uyduruk suçlamaları, diyez tuşundaki o iğrenç sümügüyle Fräulein Funkel... ta, sevgili Tanrı dedikleri, insan bir kez gereksinim duyup yalvar yakar yardımını isteyince ödlekçe bir suskunluk perdesine bürünüp adaletsiz yazgıyı kendi akışına bırakan o zata varıncaya kadar herkes. Neyime gerekti böyle bana karşı birleşmiş bir koca bir kalabalık? Bana neydi böyle bir dünyadan? Böyle aşağılık bir dünyada, hayır, benim yerim olamazdı. Boğulacaksa ötekiler boğulsundu kendi kalleşliklerinin içinde!