Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Atatürk'ün zamanında 64.000 kişinin KAFATASı fişlenmişti!
1 Ağustos 1935 günü Sinan'ın Süleymaniye Camii'nin yanındaki mezarı Atatürk'ün direktifiyle Türk Tarih Kurumu'ndan bir heyetin huzurunda açılır. İskelet büyük oranda bozulmuştur (bazı gazetelerse sağlam çıktığını yazar). Kafatası yassı-geniş (brakisefal)çıkarsa 'Türk', uzun (dolikosefal) çıkarsa 'öteki'
3 Ağustos 1938 günü saat 11.00'de Dr. Bergmann ve Dr. Eppinger'le yapılan konsultasyonda Türk doktorlar da bulunur. iki yabancı profesörün muayenelerinden sonra Atatürk evvela Dr. Abravaya Marmaralı'yı sonra da Dr. Akil Muhtar Özden'i çağırarak kendini muayene ettirir. Atatürk bu hareketi ile Türk doktorlarını yüceltmek
Sayfa 244 - Güven KitabeviKitabı okudu
Reklam
Espriler - Otobiyografi
_Nükte’yi anlamak oldukça güç. _Nükte, benzemezin içindeki gizli benzerleri açığa çıkarma yeteneğidir. _Nükte, zeka ürünü olarak haz üretmeye yarayan bir etkinliktir. Esprilerin malzemesi, yasaklanmış arzulardır. _Bazı Nükte formülleri: Şaşırtma, aydınlatma, karşıtlıklar, anlamsızlıktaki anlam. _Kraeplin: Karşıt iki kavramın birleşimi ve
Atsız ile nasıl tanıştım?
Pek çok kimse gibi ben de, Nihal Atsız adını ilk defa 1944 yılının Mayıs ayında duydum. Ancak o yılın o ayında ben hem mesleki hayatım, hem özel hayatım bakımından çok meşgul bir insandım. Gazetelerin ancak manşetlerine göz atabiliyordum. Bu manşetlerde o sırada sık sık Sabahattin Ali ile Nihal Atsız adları geçiyordu. Bu iki insan arasındaki
BİR PROFESÖRÜN SON DERSİ: KENDİ ÖLÜMÜ
Sayfa 30 - Boyner Yayınları 19. BaskıKitabı okudu
Sezai Karakoç....
“O kış bir iki kitap hazırlamaya çalıştım. Mağara ve Işık adlı eserimi teşkil eden yazıları, Hz. Yusuf'un Düşü ve Dağ Çağrısı adlı yazıları yazdım. Bahar gelince Gül Muştusu adlı uzun şiirime başladım. Bütün bahar, o yazılar ve o şiirle uğraşmakla geçti. Bir yerde yazmadığım ve dergi de çıkmadığı için, ciddi bir gelirim yoktu. Hızırla Kırk
Sayfa 34 - Sezai Karakoç'un bu anısını aktaran Şakir Diclehan.
Reklam
"İsminiz?" "Nagehan." Nagehan ismini söyledikten sonra profesörün gözlerinin içine bakarak devam etti. "Aynı zamanda acı demek, ayrılık demek, hasret, gözyaşı demek; umut etmek, umudu sürdürmek, sonra bütün umutları bir fese, bir potine gömmek demek. Acı üstüne acı, sızı üstüne sızı... Zor demek anlayacağınız. Bugün karşılığı var mı bunun bilmiyorum ama anlamaya çalışmak bile insanın ciğerinin yanmasına sebep oluyor. İnsan ölümü kabullenir ama sevdiğinin ölüm haberini kabullenemez. Hasretle yaşamak kolay değildir. Sular çekilir, kışlar çetin geçer. Can damarın sökülür, yerini hasret damarı alır. İnsan şu ya da bu biçimde hayatta kalabilir de, hasret asla kavuşmayla hayatta kalamaz. Onun çok derinlere inen kökleri vardır. Bu kökler kurumamak için ne gerekirse yaparlar ve hasret kendini öyle bir şekle sokar ki bir daha asla unutulamaz ve unutturulamaz; işte bu türkü olarak nesilden nesle sürer.
İkinci Bölüm/ 18 - Bir Profesörün Ölümü
Demek insanları gerçek ve doğru biçimde yorumlamak için onların ölmelerini beklemek gerekiyordu.
Sayfa 251 - İletişim Yayınları
İkinci Bölüm/ 18 - Bir Profesörün Ölümü
‟anlamıyorlar, nazlanıyorum sanıyorlar. Oysa hiçbir şey istemiyor içim.ˮ
Sayfa 248 - İletişim Yayınları
Reklam
“Ve işte zafer, size demin bahsettiğim müthiş Alman profesörün,
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
'in! Bu Hegel, yalnızca her şeyin kendi iç çelişkisi uyarınca geliştiğini söylemedi; bu gelişimin, aynı zamanda, o şeyin ölümüne yol açtığını da gösterdi. Çelişkisinden beslendiği için, şeyin kendisi, ölmek zorundadır; o yüzden șöyle diyordu: doğan her şey, yok olmayı hak eder. Çaktınız mi dalgayı! İblisin çelişkisi, karısıydı. Onunla bir iblis oldu, onunla bir iblis olarak yaşadı ve onun yüzünden bir iblis olarak öldü. Gayet mantıklı. Zaten yok olmayı hak etmek konusunda son derece başarılıydı! Durun daha bitmedi! Yine bu Hegel diyordu ki, çelişkinin kendisi, yani şeyi ölümüne götüren şey, o da yok olmak zorundadır. Çünkü çelişki, nihayetinde, kendisiyle de çelişkidedir. Cadı da bunu anlamıştı işte! İblisin çelişkisi olarak, onu öldürdü, ama sonuçta kendisi de ölmeliydi ve sonunda kendisini hücresinin demirlerine asti. Alın size çelişkinin çelişkisi! Peki Hegel buna, yani çelişkinin çelişkisine ne isim vermişti, biliyor musunuz? Ona mutlak Bilgi demişti. Ölümün ölümü olduğu için. Olur da günün birinde kendisini hücresinin demirlerine asmış korkunç bir cadı görürseniz, ne mutlu size! Mutlak'ın ufacık da olsa bir parçasına şahit oldunuz demektir. Sonuçta neticeye bakmak gerek. Düşündüğüm kadar korkunç bir hikâye değilmiş. Uykunuzu kaçıracağını sanmam. Kusura bakmayın!”
Sayfa 240 - Pharmakon
22 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.