Önce Giovanni Prospero öldürüldü. Spinoza’dan alıntı yapmaktı suçu.
Sonra Piergiorgio Pin. Onun suçu ise Latince ve Yunanca öğretmenliği yapıyor olmasıydı.
Mutlu Cahilller Tugayı durmuyordu.
Amaçları dilin sadeleşmesi, halkın karmaşık fikirlere maruz kalmamasıydı, lütfen yanlış anlaşılmasın.
İnsanlar ekmeklerini kazanmaya çalışırken; kimsenin işine yaramayan- anlamsız cümlelerin ne anlamı vardı ki?
Önce kelimeler gitti.
Ardından kitaplar.
Sinema salonları-tiyatrolar boşaldı.
Hatta kitap okuyanlar sergilenmeye başladı, ibret-i alem olması için. Çünkü bilirsiniz işte, bunlar -aramızda kalsın ama- boş işlerdir.
Öyle midir?
.
Giacomo Papi entellektüellerin avlandığı bir İtalya’ya götürüyor bizi. Komşusunun ölüsüyle selfie çekip, tweet atılan bir düzene. Çok uzak değil aslında, bu sebepten kitabın distopya olduğunu söylemeye dilim varmıyor. Tanıdık ve aynı oranda can yakıcı. Fahrenheit 451’i anımsatıyor.
Kısacık bir kitap Radikal Şıkların Sayımı. İçindekilerin gerçekleşmesi durumunda pek çok şeyin kısa süreceği gibi. Düşünmemizi istiyor Papi, kelimelerden korkulmamasını, düşüncelerin serbest bırakılmasını..
.
Karakterlerin açık - cümlelerin keskin ve anlatılmak istenenin (dolaylı görünmesine karşın) doğrudan okura aktarılmasından etkilendim. Evet bu esere benzer pek çok eser mevcut, bir kısmını da okudum ancak Radikal Şık olarak tanımlanan entelektüelleri kolay unutabileceğimi sanmıyorum ~
.
Esma Fethiye Güçlü’nün çevirisini (hele ki alt metni bol olan bir eser olduğu göz önünde bulundurulduğunda) çok sevdiğimi söylemeliyim. Barış Şehri çalışması olan kapak tasarımı da kitabın ruhunu yansıtıyor!