gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor, beni sevmediğin, sevmeyeceğim aklıma geliyor… o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki, bilemezsin! insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa; güzelliğin de bana aynı şeyleri düşündürüyor.
Etrafımdaki yangından kaçmak için kendimi rasgele bir eve atmıştım. Fakat asıl yangın beni orada da yakaladı. Kendi elimle kapadığım kapının arkasında yandım. Hem ne ümitsiz ve çaresiz bir yanış!
Modern hayat kesinlikle kaos vakitlerine ayarlı ve dayatıyor işleyişini insanoğluna. İnsan da belki çaresiz, belki bile isteye teslim oluyor bu nefes aldırmayan işleyişe. Üstelik nefes alamayışın esiri olarak, bu işleyiş çarkının en sağlam dişlisi olmayı gönül koyarak...
“Kötü bir şey mi bu, bu yabancılık ve uzaklık? Bir ressam bizi kollarımız iki yana açık durumda mı resmetmeliydi, ötekilere ulaşmak için gösterdiğimiz nafile çaba içinde çaresiz halde? Yoksa yaptığı resim, aynı zamanda bir koruyucu duvar da olan bu çifte engelin var olmasından duyduğumuz ferahlığın ifade bulduğu bir konumda mı göstermeliydi bizi? Birbirimizin karşısında duyduğumuz yabancılığın sağladığı korumaya minnettar mı olmalıyız? Ve onun mümkün kıldığı özgürlüğe? İşaret edilen bedenin temsil ettiği çifte engel tarafından korunmadan karşı karşıya dursaydık ne olurdu? Aramızda bizi ayıran ve çarpıtan bir şey bulunmadan adeta birbirimizin içine dalsaydık?”