"Yedi yıl. Yani, seksen dön ay. Yani, üç yüz otuz altı hafta. Yani, padişah, üç yüz otuz altı defa selamlığa çıkacak. Askerler üç yüz otuz altı defa (Padişahım çok yaşa!) diye bağıracaklar." Üç yüz otuz altı haftanın kaç gün tut tuğunu zorlukla hesapıadı. Iki bin beş yüz sayısını bulunca umutsuzluğu korkuya döndü. Bu kadar günün ancak iki üç saatinde bu avluya çıkabilecekti. Geri kalan yirmişer saat, hep o kOğuşta, o marsık kokulu, Rumca sesler çınlayan maltada. Çeşitli ahlaksızlıkların, çekişmelerin, belki de adam öldürme tasarılarının içinde geçecekti. Hiçbir faydalı iş görmeden, okuyamadan,yazamadan, resim yapamadan . . . Daha beteri, Mustafa Kemal Paşa'ya sövdüklerini duymazdan gelmeye çabalayarak. . . Elini çenesine götürdü. Şu anda, yalnız kalmaktan başka hiçbir şey istemiyordu. Bu isteğinde yanılıp yanılmadığını araştırdı. Yalnızlık istiyordu ama, dönemeçleri, zaman zaman Bekirağa bölüğünde ki gibi, bir başka çeşit yılgınlığa çıkan yalnızlığı değil! .. Güven verici, dinlendirici yalnızlık... "Içindeki karanlık mağarada, umutSUZlUğun, aç bir ayı gibi homurdanarak uyandığını, sana duyurmayan bir yalnızlık.»