Günümüzde "tarihin ve ideolojilerin sonu" devrinde yaşadığımızı iddia eden görüş, "ideoloji" kavramına bir sürü kötü çağrışım yükleyip, bu sözcüğü adeta bir küfür haline getirmeye çalışıyor. Bu hiç şaşırtıcı değil, çünkü egemenlerin (ve kendi görüşlerinin en doğru görüş olduğunu savunan dogmatik-kibirli düşünürlerin) amacı kendi savlarının mutlak doğrular değil de, sınıfsal bir bakış açısını yansıtan "ideolojik" fikirler olduğunu fark ettirmemek. Halbuki "ideoloji" en genel anlamıyla, BİR TOPLUMSAL GRUBUN DÜNYAYI ANLAMLANDIRIRKEN KULLANDIĞI KAVRAMSAL ÇERÇEVE. Yani ideolojisiz olma, kavramsız düşünmek kadar imkansız bir şey. İdeolojisi olmadığını iddia edenlerin görüşleri de genel geçer laflar ve klişelerden oluşuyor. Bu sayede EGEMEN İDEOLOJİ, "NE KOKAR NE BULAŞIR" CİNSİNDEN SIRADAN VE APOLİTİK İNSANLARIN ZİHNİNDE KENDİNİ YENİDEN ÜRETMİŞ OLUYOR.
EGEMEN İDEOLOJİ KENDİNİN ONLARCA FARKLI İDEOLOJİDEN/DÜNYA GÖRÜŞÜNDEN BİRİ OLDUĞUNU UNUTTURUP, TEZLERİNİ DOĞALLIK VE ZORUNLULUK HALESİNE BÜRÜNDÜRÜYOR.
YAĞMUR
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır bozbulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni
"Düşünmek" ise zordur, "doğrular"a doğru gerçekten zor bir yolculuktur. Yolda bizi en çok şaşırtıp yanıltacak kılavuzlarımız, bizzat kendi psikolojimizin putlarıdır; önyargılarımızdır, kendi kaygılarımız ve özlemlerimizdir.
Görünümlerin yarı-dili, sürekli olarak daha fazla anlam beklentisi yaratır. Bakışlarımızla bir vahiy ararız. Yaşamda bu beklenti nadiren gerçekleşir. Fotoğrafsa bu beklentiyi doğrular, üstelik bunu paylaşılabilir bir tarzda yapar.
Neden sen de diğerleri gibi doğru olan şeylerin peşinde koşmuyorsun?" diye sordu çocuğa. Çocuk,
"Doğru şeyler mi?.. Ne doğru? Hangisi doğru?.. Doğru nedir, kimdir, neye benzer, rengi-dili var mıdır?.. Doğru olduğuna kim, neye dayanarak karar verir?.. Aslında anlıyorum seni. Sen şu insanların, aksini yapıp da toplum baskısına maruz kalmamaları için yapmak zorunda oldukları normlardan bahsediyorsun. Hani duygularımıza yön veren (hangi durumda gülme, hangi durumda üzülme, hangi etkinin karşısında ne tür tepki verme taklidi yapmamız gerektiğinin doğru olduğuna karar veren) kalabalıktan bahsediyorsun. O anki duygularımızı olduğumuz gibi ifade edip içimizden geldiği şeyleri yapmaktansa, onların istediği türden ifade etmemizin ve yapmamızın doğru olduğuna inandıran kalabalık...
'Falan şeyi sakın ha yapma! Yaparsan falan derler, filan şeyi de asla yapma! O zaman da filan derler' gibi ünlemlerle elini koluna bağlayan kalabalık... Ve ilginç olan şu ki; o kalbalık da neyin-neye göre doğru olduğundan bihaber, hepsi de, belirlenmiş 'doğrular'ın aksini yaparlarsa diğerleri tarafından dışlanacağından, ayıplanacağından, alay edileceğinden korkar haldeler. Bu korku yüzünden hepsi tek bir tipe bürünerek koca ömürlerini kalabalığın oluşturduğu hayali hapishanede, yapay bir mutluluk yüz ifadesiyle takınan birer mahkum olarak tüketiyorlar... Hepsi de birbirlerini kandırıyorlar, hem de birbirleri tarafından... doğru birşey mi yapmamı istiyorsun? O zaman beni bana bırak da içimden gelen şeylerin peşinden koşayım..." dedi...
İnsanın ne dediğini bilmesi ve bunu bir daha asla unutmaması için, mutlak doğrular dışında herhangi bir şey anlamanıza olanak vermeyen bu bir tür bilinçli, sağlığı yerinde, ertelenmiş can çekişmeyi dağarcığına atmış olması gerek.