Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umrumda olsun?
Selanik, Mayıs 2000 Alaca İmaret Camii ayakta kalan üç camiden biri. Camilerden ikisi müze, biri ise metruk, daha doğrusu harabe halde. Alaca İmaret Camii’nin yıkılan minaresinin izleri hala duruyor. Kaidenin üstünde sanki dün yıkılmış gibi minarenin alaca taşları sökülmüş duruyor. Sanki bir deprem sonrası köke yakın yerinden kırılan ağaç gibi. Avluya bakan pencerenin mermer pervazlarından birinde silinmiş yazılar dikkatimi çekiyor. Siyah mürekkeple Osmanlı Türkçesiyle yazılmış şiirler, dualar. Bir kısmı silinmiş, bir kısmı zamana karşı direnen duvar yazıları sanki. Geçmiş yüzyıllardan geleceği okur gibi; kim bilir hangi titrek elin yazdığı iki mısra hala mermerde duruyor. "Selam olsun müezzin ile imama, Mukayyet olsunlar beş vakit namaza." Bu mısraları yazan münzevi şair, bir zaman sonra Alaca İmaret’te ezanın susacağını, beş vakit namazın kılınmayacağım o günden görmüş müydü yoksa?
Reklam
Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz ve heyecan verici sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz. Daha doğrusu, onun yüzünü ilk gördüğü vakit. Âşıktaki içsel değişimin başladığı an, gözün sevgiliye ilk takıldığı saniye dilimidir ve âşığın bütün biyografisi, bu "ilk bakışın öncesi ve sonrası" ndan ibarettir. Bu ilk bakış, kaderin kazaya dönüştüğü en kutlu demi yüklenmiştir. Kalpte ateşin yükselmesi, aklın ve sabrın ateşe düşmesi o ilk bakış ile başlar. Kılıcın kınından sıyrılması yahut okun yaydan fırlamasıdır bu. Sevgilinin yüzü kınında bir kılıç yahut sadakta bir yay gibidir; bakış onu kınından ve sadağından çıkarır. Kınından çıkan her kılıç yahut yaydan fırlayan her ok gibi artık o da öldürmeye yönelir. Âşığın ruhî ve bedenî (bâtınî ve zahirî; içsel ve dışsal) hayatında bir ihtilâlin, yeni bir dönemin başlangıcıdır bu.
Sayfa 20 - Alfa 26.Baskı
Platon (Eflatun) Devlet Adlı kitabın da gecen Mağara Benzetmesi
Şimdi, dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım: Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş... İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyor ne de
Kitap Adı: Devlet Yazar: Platon Yayıncı: İş Bankası Kültür Sayfa 231 -237
"İspermeçet balinasında dehanın ne işi var?" diyeceksiniz. İspermeçet balinasının kitap yazmışlığı, söylev vermişliği var mı hiç? Hayır, yok... Eski Doğulular, büyük ispermeçet balinasını bilselerdi, büyülere inanan çocuksu düşünceleriyle tanrılaştırırlardı bu deniz canavarını; Nil'deki timsahı, dilsiz diye tanrılaştırdıkları gibi. İspermeçet balinasının da dili yoktur, daha doğrusu bu dil öyle küçüktür ki, nerdeyse görülmez. Günün birinde, çok bilgili ve şair bir ulus, eski zamanların sevinçli bahar tanrılarını tanır ve şimdi bir tek varlığın tekelinde olan gökyüzünde, bomboş olan tepelerde, onlara eski yerlerini verirse; o zaman büyük ispermeçet balinasının, Zeus'un tahtına yerleşeceğinden, tüm öteki tanrılara üstün çıkacağından hiç kuşkulanmayın.
Sayfa 426
Kimin neye ihtiyacı varsa, o olmaktadır. Çünkü kâinat ihtiyaç sinyallerine göre çalışan bir sistemde yaratılmıştır. Yaratılışın kodları ihtiyaçlarla yazılmıştır. Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı’nda der ki: “Doğrusu herkes, her zaman belli bir tasa, kaygı, endişe, ıstırap, ya da sıkıntı terkibine ihtiyaç duyar, tıpkı bir geminin sağa sola yalpalamadan dosdoğru yol alabilmesi için bir denge ağırlığına ihtiyaç duyması gibi...”
Reklam
Doğrusu hayatım ve kalbim, gençliğim bence o kadar kıymetli bir hazinedir ki bunu öyle rastgele, rüzgârın keyfine sarf ve helak edemem.
Sayfa 6 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
41. Bilakis, kendilerini ilâhlık makâmına yücelterek Allah’a ortak koştuğunuz her şeyi unutur da, yalnızca O’na yalvarırsınız; O da dilerse, kaldırılması için Kendisine yalvardığınız belâyı kaldırır! Bu da gösteriyor ki, bir tek Allah’a kulluk etme ve yalnızca O’nun hükümlerine boyun eğme inancı, doğuştan taşıdığınız, özünüzde var olan bir eğilimdir. İşte bu hakîkati tüm insanlığa duyurmak için: 42. Doğrusu Biz, ey Muhammed, senden önceki toplumlara da mesajımızı ileten peygamberler gönderdik ve onları, âcizliklerini anlayıp Allah’ın emrine boyun eğmeleri için zaman zaman çeşitli belâ ve sıkıntılarla imtihan ettik.
Kendilerine "felâsife" denilen bu kimseler, İslam dünyası içinde ilk olarak MS 9. yüzyıldan itibaren antik Yunan bilimsel-felsefi mirası, yoğun bir çeviri faaliyetinden sonra Müslüman dünyasına kazandırılmasının ardından ortaya çıkmışlardır. Bunlar o zamana kadar İslam dünyasına yabancı mantık, fizik, astronomi, metafizik, ilahiyat gibi birtakım bilim veya disiplinlerde çalışmalar yapıyor, görüşler ileri sürüyor, tartışıyor ve bütün bunları yaparken de o zamana kadar çoktan ortaya çıkmış ve gelişmiş olan fıkıh, tefsir, hadis, kelam gibi "İslami-nakli" denilen bilimlerde başvurulan yöntemlerden yapısal olarak farklı yöntemlere veya metodolojiye dayanıyorlardı. Bunlar, İslamdan önceki bir dünyada başlatılmış olan bir işi, bir etkinliği devam ettirmekte; bir ilgi ve kaygıyı sürdürmekteydiler. Tek cümleyle bu insanlar, "kendilerine intikal etmiş olduğu biçimiyle Yunan veya antik felsefeden tevarüs etmiş oldukları sorun ve konular üzerinde eski Yunan veya antikçağ filozoflarının yöntemlerini kullanarak insan, evren, toplum, Tanrı vs üzerine bilgi değeri taşıyan bazı sonuçlara varmak isteyen insanlardı." Bundan dolayı onların yaptığı işe, o işin eski dünyadaki adı olan felsefe, onların kendilerine de o işi eskiden yapan insanlara verilen feylesof adı verildi, daha doğrusu bu adlar Arapçalaştırılarak korundu.
Bayıldımm
Aşk, hissediyorsun sen,nasıl büyük acı ve ağır kaybım, sana yakınıyorum bu yüzden; ve biliyorum acı çekiyorsun elemimden, daha doğrusu elemimizden, tek kayaya çarpıp parçaladığımız için gemiyi ve aynı anda karardığı için güneşimiz. Hangi yetenek sözlerle yansıtabilir kederli halimi? Ah öksüz, nankör dünya! çok nedenin var ağlamak için benimle, onunla yitirdin çünkü içindeki iyiliği. Utkun yitmiş ve sen görmüyorsun bunu; layık da değildin, o güzel yaşarken burada, onu tanımaya, ne de dokunmasına sana kutsal ayaklarıyla, çünkü böyle güzel şeyin bezemesi gerekiyordu Cennet'i varlığıyla. Ama ben, ah, onsuz ne ölümlü yaşamı seven, ne kendimi, ağlayıp sesleniyorum ona; bu kalıyor bana bütün o umuttan ve yalnız bu tutuyor hala beni burada.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.