“Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen, benim iyi, benim merhametli ve devamını sağlayan soyum, insan soyu, sen sonsuz tokluğu fethedeceksin.”
Ey talib!
Putlarını terket, çünkü hepsi bir gün seni terkedecekler.
Sen seni terketmeyecek olanı ara!
Öfke içinde değil, şefkatle ve rahmetle...
Sadece Kadir gecesinde, Beraat gecesinde değil, her gece...
Kendini ara!
Elinde kandille.
"Bak evladım" diyor "Bu dünya denen şeyi bizim vaktimizde yaşayanlar sadece ismiyle, cismiyle bilirler. Biz gaflet vaktinde doğan çocuklarız. Gafiliz yani. Dünyayı bizim için sanırız, hatta bizim sanırız. Oysa dünya dediğin her gelene 'seninim' diyen bir gönül çalana benzer. Sonra terk eder, bırakır onları. Dünya demek eski vakitlerde yaşayan insanların lügatinde sadece dünya demek değildir. Dünya neft demek, dünya hırs demek, arzu demek dünya, kibir demek, şehvet demek, kin, nefret demek... Yani dünyada yaşamak değil de dünyadan kurtulmak gerek onların zihninde. Oysa bizim için dünya sahip olunacak bir yer. Eski vaktin insanları yaşamayı mecburiyet bilmişler; bizse dünyayı zaruret zannediyoruz. "Hayat denen sadece burasıdır" demiyoruz belki ama öyle yaşıyoruz.
Şimdi miladi 21. yüzyılda Gazze'nin iri gözlü çocukları
Erkek çocukları ve kız çocukları, tarih ve toprağın geniş karnında tohumlar gibi.
Ey Gazze, portakal ağaçları senin,
Mavi senin,
Zeytin gözlü çocuklar senin.
Bize paslanmış acı...
Durdum sarı güller gibi ilkyazına bir hastanın
biraz askerce, biraz aşk gibi, biraz kalınca
Ey soyumdan ve aşkımdan yana olan kalbim
her şeyden umut kesilir her şey kırık sen ufalınca