Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ezo

"... Bazen bir yalanı saptamak mümkün olabiliyordu. Örneğin, Parti' nin tarih kitaplarında olduğu gibi, uçakları partinin icat ettiği doğru değildi... "
Reklam
"... Hem bilmek hem bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeğin ayırdında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak;mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yadsımak, hem demokrasinin olanaksızlığına hem de Parti'nin demokrasinin koruyucusu olduğuna inanmak;unutulması gerekeni unutmak, gerekli olur olmaz yeniden anımsamak, sonra birden yeniden unutuvermek :en önemlisi de, aynı işlemi işlemin kendisine de uygulamak. İşin asıl inceliği de buradaydı:bir biçimde bilinçsizliği özendirmek, sonra da, bir kez daha, az önce uygulamış olduğunuz uykuya yatırmanın ayırdında olmamak. "Çiftdüşün " dünyasını anlayabilmek bile çiftdüşünü kullanmayı gerektiriyordu. "
'Gözlerimiz için ışık ne anlama geliyorsa, insan aklı için de özgürlük(düşünce ve yayın özgürlüğü) o anlama gelir' der Wieland. Oysa biz öyle mi yapıyoruz, ah hayır! Biz 18. yüzyıl İspanya 'sı gibiyiz henüz. Evde ve özel yaşamda Newton' a göre araştırıyor, soruyoruz ama resmi yerlerde başımıza bir iş gelmesin diye hala Aristo'ya göre açıklıyoruz bulduklarımızı. İkiyüzlü ve korkağız! Aile içinde, arkadaş arasında konuştuklarımızı toplumda söyleyemiyoruz ama yine de bizden kahramanı yok yeryüzünde!
Sayfa 176Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"... profesörler, valizler, gazete editörleri ancak Oligarşi 'ye hizmet ederlerse işlerinde kalabilirler. Bu hizmet, Oligarşi' ye zararı olmayan ya da onun tarafından tavsiye edilen fikirlerin propagandasını yapmaktır. Oligarşi 'yi tehdit eden fikirleri yaydıkları anda işlerini kaybederler ve kara günler için kenara üç beş kuruş koymadılarsa işçi sınıfının yanına inip ya yok olurlar ya da eylemci emekçiler haline gelirler. Unutmayalım, kamuoyunu şekillendiren ve halkın düşüncelerini belirleyen, basın, vaaz kürsüsü ve üniversitelerdir. Sanatçılara gelince Oligarşi 'nin bayağı zevklerinin nazını çekmekten öte bir şey yapamayacaklardır..."
Sayfa 144Kitabı okudu
"... Etrafını çevreleyen dehşeti birkaç saatliğine de olsa unutup huzur bulabilmek için dinlenmeye çekilen insanların aydınlatılmış pencerelerini, yıllar yılı din adamlığı kisvesi altında yapılan sahtekarlığa, soyguna ve har vurup harman savurmaya karşı halkta oluşan ve artık özyıkım boyutlarına varan nefretten dolayı artık hiç dua edilmeyen kiliselerin kulelerini, kapılarına yazıldığı gibi Ebedi Uykuya tahsis edilmiş mezarlıkları, dört bir yanı sarmış zindanları, altmışar altmışar ölüme götürülmenin sıradan ve gündelik bir hal aldığı, bu yüzden de, Giyotin'in önünde artık tek bir insanın bile acıklı hikayeler anlatmadığı sokakları vakur bir merakla izledi; gece, öfkesine kısa bir mola vermeye hazırlanan şehirdeki tüm yaşamı ve ölümü vakur bir merakla izledi. Sonra tekrar Seine Nehri'nden geçip daha aydınlık sokaklara vardı.
Sayfa 413Kitabı okudu
Reklam
"Tükenmiş yaşam enerjisiyle etrafını kuşatan çölden geçerken, sıra sıra evlerin dizili olduğu sessiz bir sokakta bir an öylece durdu;tüm o vahşiliğin ortasında, onurlu idealler, kendinden feragat ediş ve azim, tıpkı bir serap gibi önünde uzanıyordu. Hayalindeki bu güzel şehirde, aşk ve güzellikler, havadar balkonlardan sarkmış onu seyrediyordu.,yaşam meyveleri bahçelerde olgunlaşır, umut nehrinin suları pırıl pırıl parıldıyordu. Bir anlık bir hayaldi, kaybolup gitmişti. Etrafını saran evlerden bir tanesinin üst katına tırmandı, elbiselerini çıkarmadan kendisini dağınık bırakılmış yatağına fırlattı;yastığı heba olan gözyaşlarıyla sırılsıklamdı. Kederli kederli yükseldi güneş;güneş ışıklarının vurduğu hiçbir şey, yüreğindeki iyi niyeti ve sahip olduğu yetenekleri doğru kullanma becerisinden yoksun, kendi iyiliği ve mutluluğuna zerre kadar hayrı olmayan, kendi çürüyüşünün farkında olduğu halde bu çürümenin onu yiyip bitirmesine izin veren bu adam kadar kederli olamazdı. "
Sayfa 116Kitabı okudu
"... çocukların suratları yüzlerce yıl öncesinden kalma gibiydi, sesleri son derece ciddiydi ve bu yaşlı suratlarda saban izi gibi devam eden her bir çizgide görülen tek bir şey vardı: Açlık. Açlık dört bir yanda hüküm sürüyordu. Açlık, yüksek evlerin dışındaki iplere ya da direklere asılmış içler acısı kıyafetlerdeydi; Açlık, bu kıyafetlerin kağıttan,samandan, paçavradan ve tahtadan yamalarındaydı; Açlık, adamın testereyle kestiği her ufacık odun parçasında kendini tekrarlıyordu;Açlık, tütmeyen bacalardan aşağıdakileri seyrediyordu;Açlık, çöplerinde zerre kadar yiyecek bulunmayan, leş gibi sokaklarda şaha kalkmış bir dev gibi dikiliyordu. Açlık, fırıncının reflarındaki tek tük bayat ekmeğin üzerine kazılı olan kelimeydi;Açlık, sosis dükkanların satılan, ölü köpek etinden yapılmış yiyeceklerdeydi. Açlık, kuru kemiklerini, dönen silindirlere kebap yapılan kestanelerin arasında takırdatıyordu.;Açlık, çeyrek penilik çorba kasesindeki kendine hayrı olmayan birkaç damla yağ içerisinde kızartılmış sert patates dilimlerinin her bir zerresiydi..."
"Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete – özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında –olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da- ancak ve ancak “en” sözcüğü kullanılarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı."
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni bir şehirde bir kadın Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık Yüz yıldır alacakaranlıkta koşuyorum ardından.
Sayfa 1692Kitabı okuyor
Hayatımız bizi her türden rezil, aşağılık yanlarının bolluğuyla şaşırttığı kadar ; bunca pisliğin, rezilliğin ortasında aydınlık, insancıl bir hayat yaratacağımıza ilişkin sarsılmaz bir umudu var eden ışıltılı, sağlıklı, yaratıcı, insancıl, iyi bir şeylerin karşı konulmaz biçimde gelişip durmasıyla da şaşırtır.
Sayfa 256Kitabı okudu
Reklam
"Biliyor musun ağbi, onu görünce benim içimdeki yeşiller dört parmak uzardı. "
Sayfa 174Kitabı okudu
Sonra bu karanlık insanın dişlerini takırdatacak kadar soğudu yine, camlar, çerçeveler soğudu, duvarlar soğudu, kendi varlıklarını susan, kendi varlıklarını fısıldayan görüntüler soğudu, mesafeler soğudu dere soğudu ve gece görünmeyen ayaklarıyla çatıların, avluların ve ağaçların ve cümle mahlukatın üzerine basa basa yürüdü, o yürürken işleri tıkırında olan ensesi kalınlar birer kuş hafifliğiyle akça pakça yataklarda uyudu, barları, meyhaneleri dolduran insanlar rengarenk ışıkların altında güle oynaya şarkılar, türküler söyledi, ilaç parası bulamayan garibanlar yumruklarını sıkıp dişlerini gıcırdattı, evine ekmek götürmeyen kara kara düşünüp of çekti, hayatları boyunca hayatlarına giren insanların çoğuna bir şekilde kötülük ettikleri için artık kendilerini bile sevemez hale gelenler iyilik ve tevazu şarkıları eşliğinde, cumbuldata cumbuldata, başkalarının sevgisinde vicdanlarını çitiledi dili damağı kuruyan, ciğeri börten hastalar kapılara bakıp su bekledi, mahkumlar ranzalarında kah o yana kah bu yana döndü, aç yatan çocuklar rüyalarında yiyecekler içecekler gördü, nöbetçi eczaneler arı kovanı gibi işledi, kalplerin başköşesinde yıllarca ağırladıkları kişilerin pis bir yalancı olduğunu anlayanlar kendi öngörüsüzlüklerine hayıflanıp birer sigara daha yaktı, kim bilir, o sırada belki görünmeyen yıldızlardan biri de eğilip yukarıdan dünyanın ahvaline baktı, sonra artık yavaş yavaş şafak söktü ve Cevherlerin horozu sönmüş ipliğe benzeyen bir sesle derenin dibinde hayal meyal öttü.
Sayfa 136Kitabı okudu
Kelimeler! Sadece kelimeler! Ne korkunçtu onlar! Ne kadar apaçık, canlı ve insafsızdılar! İnsan kelimelerden kaçamıyordu. Öte yandan kelimelerin ne incelikli bir büyüsü vardı! Biçimsiz şeylere esnek biçimler kazandırır gibiydiler. Bir viyola ya da lavta sesini andıran tatlı bir melodileri vardı sanki. Sadece kelimeler... Kelimelerden daha gerçek ne vardı ki?
Ah, mutluluk ışığı sever, biz de dünyayı şen sanırız; ama sefalet kendini vakurca saklar, biz de sefalet yok sanırız.
Yaşamamışların koyduğu kurallarla her şeyi nasıl genelleyiveriyoruz?
Sayfa 312Kitabı okudu
Demiş miydim evvelden, sevgi bir kuştur gelir az ötene konar, gidip tutayım dersin, hop bir de bakmışsın uçmuş dama konmuş, sen peşine düştükçe o kaçar durur. Öyle işte... Bak göçmen kuşlar geliyorlar.
Reklam
Yaşanmışlığı olmayan hiçbir cümle kalıbının hiçbir anlamı yüklenmediğini bir gün anlar mı acaba?
Sayfa 198Kitabı okudu
Çevresini sarmış küçük burjuvaların kaygan, itiş kakış kalabalığında bir koşturmacayla çırpınıp dururken, avunma densin, yalancı doyum densin, devrimci kişiliğinin güvenilir tanığı olarak, çoktan geçmişte kalmış, gizlideki kavga günlerinin ortak anılarıyla yaprağını tutunduğu tek daldı Salih; kırılıp gitmişti o da. Artık tek başınaydı bu bataklıkta!
Sayfa 400Kitabı okudu