Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Futbol, Tanrıya ne yönüyle benzer? Hemen söyleyeyim: Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla.
GS - FB derbisi :)
Evrim insanlara futbol oynama yeteneği kazandırmadı. Topa vurmak için bacaklar, rakibi dirseklemek için kollar ve sövmek için bir ağız yarattı, ama bunlar aslında futbol oynamamızı değil, sadece kendi kendimize penaltı calisabilmemizi sağlardı.
Reklam
Dostoyevski; Öteki romanındaki Golyadkin karakteriyle bilincaltindaki vahimlerin ortaya çıkardığı ikilemlerin insan hayatını nasıl alt üst ettiğini çarpıcı bir dille anlatır... Maskeyle dolaşan insanlardan, iyilerin azlığından, yalakalardan, ikiyüzlülerden, üst tabakalardakilerin diğerlerini ezmesinden rahatsız olan kahramanın uşağı Petruşka'
Bilindiği gibi, şiddetin en sık karşımıza çıktığı ortamlardan biri futbol stadyumlarıdır. Gündelik hayatta sessiz sakin yaşayan insanlar, futbol stadına adım attıkları andan itibaren aslan parçası kesilir, ağza alınmayacak küfürler savurur, bıçakla satırla birbirlerine girerler. Peki bunun arkasında ne vardır ? İnsanlar büyük bir topluluğa mensup oldukları zaman birden kendilerini çok güçlü hissederler. Yani sokakta yürürken kendini zayıf hisseden bir insan, büyük bir topluluğa ait olduğu zaman birdenbire kendini çok güçlü olarak algılamaya başlar. Biz bu aldatıcı duyguya “grup içindeki insanın çocukluğa gerilemesi” diyoruz. İnsanlar toplum içinde daha çabuk çocuklaşırlar. Askere gidenler bilirler; büyük bir gruba dahil olan kişiler, ne kadar olgun yaşlara erişmiş olsalar da kalabalığın içinde birdenbire çocuklaşırlar. Aynı şekilde on, on beş bin kişilik stadyumlarda taraftarlık duygusuyla bir araya gelen insanların davranışlarında değişmeler olur. Zannederler ki bir oyunun içindeler ve sözleri eylemleri bu oyunun içinde kalacak, bunların gerçek hayatta bir karşılığı olmayacak. Burada esas olan, oyunu anlamının dışına taşırarak, ona çok büyük anlamlar yükleyerek hareket etmektir.
Kemal Sayar
Kemal Sayar
"Şimdilerde... Sokak aralarından geçerken... gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış çamaşır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara kadar yayılıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek... isterim hep."
Sayfa 68 - Kırmızı Kedi Yayınları / 12. Basım / Nisan 2020 / İstanbul
Nasıl ki futbol hiçbir zaman sadece yirmi iki oyuncunun bir sahada top peşinde koşuşturması değilse tarih de hiçbir zaman sadece geçmişte yaşamış devletlerin öyküsü değildi. Tarih, toprağın nasıl sürüldüğü, ekmeğin nasıl pişirildiği, evin nasıl inşa edildiği, annelerin bebeklerinin altını nasıl bağladığı, eğitimin nasıl yapıldığı, bir erkeğin bir kadına aşkını nasıl söylediğiydi. Tarih, insanı insan yapan irili ufaklı olayların toplamıydı. Tarih korkaklıktı, cesaretti, ihanetti. Tarih düşünceydi, duyguydu, önseziydi, gururdu.
Reklam
Ömrünüzün üçte birini uykuya, diğer üçte birini yiyecek, giyecek ve ev masraflarınızı karşılayabilmek için çalışmaya harcadığınızı göreceksiniz. Geriye kalan kısa zaman ise eğitim, futbol maçları, filmler, saçma sapan tartışma ve kavgalara gidiyor.
Hem futbolun içinden bakan, sonuca ve gole kitlenmeden "oyun"un tadına varan, oyunu salt taktik gözle değil takım ve oyunculara dair üslup, karakter, tarz yorumları çıkarma hevesiyle "okuyan"; bunu yaparken "teknik" otoriteliğe, tecrübe ve hatıra nakilciliğine kısılmayan bir ilgi... Futbol altkültürüne bakarken soğuk bir akademisyen sentetikliğiyle yetinmek, bu altkültürü "suç/terör uzmanlığına" malzeme etmek veya dolaysız ve yüzeysel politik, sınıfsal atıflar yapmaya girişmektense; tribünlerin, taraftar camialarının anlam dünyasını kavramak için emek sarf eden bir yaklaşım... Futbolun böylesi bakış açılarından mevzu edilmesinin, hem futbol ilgisinin yaklaşıp tahrif edilmesini önlemek ve "başka şeyler"le ilişkisini sağlıklı kurmak bakımından, hem de bu basit ve güzel oyundan alınacak zevki artırmak bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Sayfa 13 - İletişimKitabı okudu
:D
Dünya futbol şampiyonası bugün kulağıma çalınmadı. Bu da mutlulukların en büyüğü. Belki bundan sonraki şampiyonadan önce bu dünyadan gitmiş olurum.
Bayan değil , lütfen kadın de bana tatlım .. !
İki cinsiyet vardır: Kadın ve Erkek Bayan sadece hitap şeklidir. Cinsiyet yerine kullanılmaz. Yolda bir kadınla konuşmanız gerektiğinde elbette,"kadın/karı/kız/hatun bakar mısın?" demeyeceksiniz. "Erkek /adam/herif bakar mısınız?" diyor musunuz? HAYIR. Demek ki konu hitap yerine geçen "bayan" değil; cinsiyet yerine kullanılan "bayan". Yalnızca hitapla kısıtlı durumlarda, "hanımefendi yada bayan" diyebilirsiniz. Ki bir kadın olarak şahsi önerim;"hanımefendi" diye hitap edilmesi. Erkeğe "erkek" denildiği durumda, kadına da "kadın" denir. "Bayanlar kırılgandır ama erkekler dayanıklıdır" "Erkekler tuvaleti sağda, bayanlar solda" denilemez. Bayanlar reyonu, bayan milletvekili, bayanlar futbol takımı gibi birliktelikler yanlış. Lütfen onları ayırın. Kız diye bir cinsiyette yoktur. Kadın/Erkek; tıp dilinde "dişi/erkek" olarak geçer. Bunların küçük boylarına "kız/oğlan" denir. Ayıp olan "kadın" demek değil; kadın kelimesini çağrışımlarını "ayıp" bulup, bir cinsiyeti nazikleştimeye ya da "bayanlaştırmaya" çalışmaktır. Bayan, kadın olmanın ayıp sanıldığı sayıldığı tutucu anlayışın kelimesidir.
Reklam
Distopya sevgimiz...
Futbol dışına çıktım bu aralar, distopya sevenler kaçırmasın derim :) haberton.com/insanligin-dist...
“Küçükken futbol oynardik ama kimse kaleci olmak istemezdi. Bu durumda şöyle bir sistem uygulardık. Her oyuncu sırayla kaleye geçer ve gol yiyince de kaleden çıkardı. Tabii bu sistemin takimin yenilgisini hazırladığını bilmiyorduk. Çünkü kaleye geçenin motivasyonu en kısa zamanda gol yiyip, tekrar oyuna girmek. Maçın amacıyla tamamen ters. Kaleye geçen oyuncular bilerek gol yerdi. Hatta her golden sonra takım oyuncuları tartışırdı.”
Bir file bekçisi olarak Camus :)
1930'da Albert Camus, Cezayir Üniversitesi takımının kalesini koruyan melekti. Kalecilik yılları boyunca Camus çok şeyler öğrendi. "Şunu öğrendim ki," diyordu Camus, "top birine hiçbir zaman beklediği yönden gelmiyor. Bu bana hayatta çok yardımcı oldu, özellikle de büyük şehirlerde insanlar göründükleri gibi olmuyorlar." Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de çok yerinmemeyi öğrendi; futbol oynayarak insan ruhunun derinliklerine inmeyi başaran Camus, daha sonra kitapları vasıtasıyla, bu dünyanın labirentlerinde ilerlemeye devam etti, bazı sırlarını öğrendi ve bilgelik yolunda önemli bir yol katetti.
Şimdilerde, sokak aralarından geçerken gözüme pijamalı bir aile babası ilişirse, kışın yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... Evlerin pencere camları buharlaşmışsa.... Odanın içine asılmış çamaşır görürsem... Bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyodan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara kadar yayılıyorsa gitmek, gitmek, gitmek.... İsterim hep.
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.