Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Zavallı adamcağızın zihninden geçen şeyleri bir sayfa üzerine yazıya geçirmek mümkün olsaydı, gerçi deli saçması gibi bir gariplikler defteri olurdu ama adı geçen garipliklerin her biri de birer filozofa çalış­ma konusu olabilirdi.
Sayfa 152
Eğri büğrü şapkasını ensesine yıkmıs Tom Waits uyurgezer bir kaçık gibi müzikal gariplikler dükkâninda dans ediyor, sanki bunlar zincirli kölelermiş gibi çaldıkları parçanın ritmini müzisyenlerinin kafasına kakmak istercesine mikrofon ayağın sahne tahtalarına çarpıyor, piyanoya oturup karanlık bir yoğunlukla binbir gece masallarından çıkma herhangi bir Amerikan Şehrazat'ının öyküsünü anlatıyor (binikinci gece tartşılmaz bir şekilde Edgar Allen Poe'ya aittir), sesinin pürüzlü doruklarıyla karanlığa yeraltının fosforlu izlerini çiziyor, içinden ancak zorlukla çıkabildiği marimba ağırlığında bir ritme düşüyor. Atmosfer: Anlatılamaz. Tom Waits: Günlük kargaşanın bir virtüözü, kapısında "yaşam" yazan gece kulübünün çarpma kapısı, kendini mahvedecek kadar yaşama aç bir zirdeli -Bu adam havlamalarıyla, gece stenogramlarının yakaladığı korkuyu da kovalıyor. Adını koyarak, gecenin tehlikelerini etkisiz kılıyor. Kendisi ve başkaları için. Prensibi olan umut Tobacco Road adlı şarkısının sözlerinde saklı: "Bu kadar kirli olduğun için senden nefret ediyorum, ama seni seviyorum, çünkü sen benim evimsin. Müzik: Yenilmişler için bir sığınak
Reklam
Roman bir gariplikler mecmuası olmakla beraber, medeniyetin yirminci asırının zihinler için tayin ettiği makul sınırlar dahilinde neticelenecek.
Monotonlaşan bütün gariplikler bir bakmışsın gölgen olmuş, zaman gelir onlarsız yaşayamazsın .
"Acayip! Kızlar, Felatun Bey'in gelmesinden hoşlanmıyorlarmış da benim gelmemden hoşlanıyorlarmış. Sebebi?.. Ben onlara kendimi sevdirecek hiçbir muamelede bulunmadım. Vazifemi yapmaktan başka da hiçbir şey düşünmedim. Acaba Felatun Bey kendisinden nefret ettirecek ne muamelede bulunmuş olmalı? Sakın mayonez hikayesinden bir şüpheye düşmüş olmasınlar? Peh! O hem daha yeni hem de kimsenin anlayamamış olması gereken bir vaka. Sevdiğimiz iki öğrencimizi iç sıkıntısından kurtaracağımızı ümit ediyorlarmış!Benim onları sevdiğimi ne anlamışlar? İşin içinde bazı gariplikler var ama bakalım sonra anlarız" diye birçok düşünceye de varmıştı.
Sayfa 48 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çevirmen: Emrah Balcı, V. Basım 2019Kitabı okudu
Büyüklük davası, yani ülkü, savaşla elde edildiği içindir ki, insanlık tarihinde büyük savaşçıların, kumandanların ve kahramanların daima seçkin bir yeri olmuştur. Savaşlar, kahramanlık ruhunu beslemiş, erdemli insanların yetişmesine sebep olmuş, destani edebiyatı yaratmıştır. Yirminci Yüzyıla doğru yaklaştıkça savaşlar daha ıztıraplı bir hal almakla beraber, hiçbir şey onun ahlaki karşılığı olmamıştır ve uzun zamandır savaşmayan milletlerde ahlaki bir bozulmanın başladığı gözden kaçmamaktadır. Mesela İsveç'te kültür ve refah son dereceye vardığı, bu alanda Amerika ve Almanya'dan bile üstün bulunduğu halde, Đsveç halkının ahlakındaki, günden güne çoğalan yozlaşma, düşündürücü bir durum almaktadır. Bazı bayramlarda İsveçli gençlerin topyekün yaptığı rezaletler, memleketteki homoseksüel derneklerinin yasa ile tanınması, çocuk yetiştirebilecek kaabiliyetteki aileler arasında bile sun'i ilkahla çocuk sahibi olmak gibi gariplikler, bu milletin bir iç sıkıntısı, bir manevi bocalama içinde olduğunu gösteriyor. İsveç, iki yüzyıldan beri savaşmamıştır. Bir zamanlar "büyük devlet" olan İsveç'in artık hiçbir büyüklük emelinin kalmayışı, uzun bir süredir devam eden tarafsızlık, atom savaşına tam manasıyla hazırlanacak kadar maddi güç göstermesine rağmen, manevi kuvvetlerden yoksunluğu, bu sonuçları hazırlamıştır. Soysuzlaşma durdurulmazsa, İsveç, günün birinde tıpkı Estonya, Letonya ve Litvanya gibi bolşevikliğin ağına düşüverecektir. Çünkü İsveç milletinin heyecan verici bir ülküsü, bir büyüklük ülküsü yoktur.
Büyüklük ÜlküsüKitabı okudu
Reklam
“İstanbul” neresidir?
Karadeniz’le Marmara arasında iki burun üzerinde yayılan metropolün “İstanbul” olduğunu bilmeyen yoktur. Acaba doğru mudur? Bu doğruluk, son 150 yıllık süreçte geçerlik kazanmıştır. Oysa İstanbul, Sarayburnu’ndan Marmara ile Haliç arasındaki Kara Surları’na kadarki küçük yarımadada kurulup gelişmiş imparatorluklar başkentinin adıdır ve İstanbul adını sahiplenen şimdiki büyük yerleşimin %3’ü kadar bir alanı kapsar. Karadan ve denizden surlarla çevrili, baştanbaşa tarihsel anıtlarla bezeli bu eski payitaht, 19. yüzyılın sonlarında iki yerel yönetim bölgesine ayrılmış; daha sonra, salt belediyecilik açısından birine “Eminönü” ötekine “Fatih” denilmiştir. Son bir değişiklikle Eminönü Belediyesi de kaldırılacağından Suriçi’ndeki tarihi İstanbul kenti de bundan böyle “Fatih” olacaktır! Bu durumda, birbiriyle çelişen gariplikler söz konusudur: Giderek büyüyen, topoğrafik özellikleri silip doğal sınırlarından da taşan çevresel türedi yerleşimler “Büyükşehir” kapsamında bütünleşerek “İstanbul” olurken; asıl İstanbul’u da eski bir semti olan “Fatih” yutmuştur!
Her gün gördüğümüz şeyler arasında öyle anlaşılmaz gariplikler var ki mucizeler oyuncak kalır onların yanında.
Sayfa 206Kitabı okudu
Her akıllı adamın böyle kendine özgü aptallıkları vardır. Akıl çoğaldı mı, zıpırlığın çeşitli derecelerini oluşturan gariplikler de keskinleşir…..
Anlaşılmaz şeyleri, mucizeleri uzakta aramaya ne lüzum var, her gün gördüğümüz şeyler arasında öyle anlaşılmaz gariplikler var ki mucizeler oyuncak kalır onların yanında.
Sayfa 206Kitabı okudu
Reklam
Bilmelisin ki Allah teala oluşmuş ilk beşeri cisim oaln ademi yaratıp onu beşeri bedenlerin varlığının aslı yaptığında ademin toprağından bir kısım artmış Allah bu fazlalıktan bir hurma yaratmıştır.Hurmanın diğer bitkilerde olmayan garip sırları vardır.Allah hurmayı yarattıktan sonra gizlilikte susam kadar bir çamur artmıştı.Ardından Allah artıkta geniş bir arz yaratmıştır.Arş,Kürsü,gökler yerler ve toprak altı cennetler ve cehennemin içerdiği her şey ona yerleştirilseydi ipe atılmış düğüm kadar olurdu.Bu arzda değeri hesaplanmayacak gariplikler ve bilinmezlikler vardır oranın durumu akılları hayrete düşürür.Her nefeste Allah orada alemler yaratır.(Söz konusu alemler)Bıkıp usanmaksızın gece gündüz tespih ederler Allahun büyüklüğü o arz içnide ortaya çıkmıştır.Hakkın kudretini müşahede edene Allahın büyüklüğü orada göründüğü gibi aklın imkansız saydığı pek çok şey o arzda mevcuttur.Orası Allahı bilen ariflerin gözlerinin baktığı yerdir ve orada dolaşırlar.Allah o arzın alemleri içinden bizim suretlerimize göre bir alem yaratmıştır ki o alemi arife gösterdiği vakit arif nefsini onda müşahede eder.
Her şeyden önce bilinmesi gereken bir şey varsa o da, şu varlık âleminde Allah'tan başka görebildiğimiz ve var olan her şeyin bizatihî Yüce Allah'ın fiili ve yaratmasıyla olduğudur. Kainattaki ya da varlık âlemindeki zerresinden tutun küresine varıncaya dek, ister cevher olsun, ister araz olsun, ister herhangi bir sıfat, ister nitelenen, tanıtılan şey olsun, bütün bunların her birinde insanı hayretler içerisinde bırakacak gariplikler vardır ki, hepsinde de Yüce Allah'ın hikmeti ve kudreti gözükür.
Sayfa 84 - ÇelikKitabı okudu
Zavallının bu kadar acı gariplikler ve tam bir esirlik içinde yaşadığı halde nasıl olup da bütün bütün çıldırmayarak o yarı yarım aklını hâlâ koruyabildiğine şaşıyordum.
Niyazi Berkes, Ziya Gökalp'in bir sözü üzerinde duruyor. Gökalp devşirme çocukların yüksek yönetici olmak için devam ettikleri Top kapi Sarayı'ndaki Enderun Mektebi’yle medreseleri, karşılaştırırken, birincisinin Türk olmayanı alıp Türk yaptığını, ikincisinin Türk'ü alıp Türk olmayan (Arap) haline getirdiğine işaret ediyor. Gerçekten de yönetim ve Enderun Mektebi'nde dil Türkçe iken, ilim ve medrese dili Arapçaydi. Bizim bakımımızdan gariplikler bununla bitmiyor. Dine dayali olduğunu ilan eden bir ülkede cedbeced Müslüman olanlar askerlik ve yönetim işlerine karıştırılmiyorlar, fakat Hiristiyan olan bir ailenin çocugu o ülkenin yazgisinı yönetiyordu.
Kemal Tahir 1973'te kalp krizi neticesinde vefat etti; ağır bir şok geçirdim. Evimden çok zorlukla çıkıyordum; yataktan doğrulamıyordum. Bütün gücümü toplayarak evden çıktım, cenazede bulunmak üzere Erenköy'deki camiye gittim. Senelerce sonra öğrendim, İsmail Kara da o cenazede bulunuyormuş: 17-18 yaşında bir Yüksek İslam Enstitüsü talebesi... İsmail Bey'le konuşmalarımızda yaşadığımız gariplikler yeniden ortaya dökülüyor. Hatırlıyorum... Cami avlusuna girer girmez ilk işim, bir sigara yakmayı düşünmek oldu... Avluda sigara içilir mi diye etrafıma şöyle bir baktım, içen başkaları da var; sigarayı yaktım... Yaptıklarımız İsmail Kara'yı çok rahatsız etmiş tabii; cenaze orada bekliyor ve biz cami avlusunda kadınlı erkekli sigara içiyoruz, bırakıp gitmeyi bile düşünmüş fakat Kemal Tahir'e hürmeten namazı kılıp ayrılmayı tercih etmiş... İsmail Bey bunları sonradan anlattığında ben çok mütehassis oldum.
Sayfa 134Kitabı okudu
441 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.