Kendimi sevdirmemek için elimden geleni yapıyorum. Kursağımda kalmış onca şeyle yaşamak için ve içimden geçenleri yazmamak için baya bir mücadele veriyorum. Hava almak için dışarı çıkıyorum mesela, insanların arasında daha çok havasız kalıyorum. Bir güler yüzü çok görüyorum kendime. Kimsenin de bana iyiliğinin dokunmasını istemiyorum. Çünkü biliyorum ki, bir süre sonra ya lafını yapacaklar ya da gözüme sokacaklar. Olacak olan oluyor zaten. Kıçımı da yırtsam engel olamıyorum. Seçim yapamıyorum. Herkesin haklı sebepleri oluyor, her şeyin sonunda. Çünkü ile başlayan cümleler kuruyorlar bana. Alışıyorum… Hatta aldırmıyorum. Yeterince kaybettikten sonra daha cesur oldum. Ayakları yere sağlam basan biri oldukça daha doğru insanlarla yürüyorum o yolda. Yaptığım tüm yanlış seçimlerin ve hataların sonucunun bana güçlenmek olarak dönmesi çok güzelmiş.
Hayatımı kendi ruh haline göre bana ithaf ettiği cümleler içerisinde geçiriyor olmak pek eğlenceli. Kimin mi tabii ki de annemin. Babama sinirlendiği zaman evime gelip '' ne yapacaksın kocayı ohh en rahat sensin '' demesinin ardından babam ile ikinci bahar moduna geçince de '' ahh kızım çocuklar da gidecek, bizler bugün var yarın yokuz nasıl
İnsanların sosyal medyada mükemmel görünme çabaları yoruyor beni..
çok mutluymuş gibi...çok güzelmiş gibi...çok gezermiş gibi...çok özelmiş gibi... hayatı hep dört dörtlükmüş gibi..gibi.. gibi..
Yapmayın!
kusursuz olmak zorunda değilsiniz, kusursuz olduğunuzu ispatlamak zorunda da değilsiniz.
"Zaten kusursuz da değilsiniz!"
Leyla ile Mecnun dizisini izlemeyen üç kişiden biriyim herhalde; hiçbir sahnesini bilmem, karakterlerini tanımam, konusunu da isminden az biraz tahmin edebiliyordum sadece, ki o da tahminlerimin ötesindeymiş.. :))
Madem kitabı var bari kitabını okuyayım dedim. İyi ki alıp okudum, okumaya başladığım günün gecesinde dizisine de başladım, dizi de
• "Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen, " dedi,
"hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar... Ama yakından bakıldığında şu dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur..."
Tek başına kalmak da güzelmiş!
Ufka tek başına bakmak, bir evde tek başına yemek yemek ve uyumak!
Yeniden özgür olmak! Korkmadan yaşamak!
Ve neden olmasın, tek başına seyahat etmek!
Bir etimoloji kitabı ne kadar gülümsetebilir ki? Yazar bu 2. kitabında da bunu başarmış, aralara sohbet havasında kendi yorumunu katmış, kendi düşüncelerini samimiyetle aktarmış. Okurken yüzümde tebessüm oluşurken, elime kalem alıp, ‘dur şu da güzelmiş, unutmayayım’ diye diye kendimi birçok not alırken buldum..
Gün içerisinde o kadar çok kelime kullanıyoruz ki. Hiç düşündünüz mü, seçtiğiniz kelimenin nereden geldiğini, biz onu neden öyle dediğimizi? Dil denen şey uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Derinlerine indikçe daha çok hayrete düşürüyor insanı. Hint-Avrupa dilinden evrilip, çevirilerek başkalaşan çok fazla kelimemiz var gerçekten. Örn. Yediğimiz bir meyvenin aslında bir ülke adından alındığını, daha önce güzel bir anlamı olan bir kelimenin şu an argo olarak kullanılması, veya bunun tam tersi. Okurken hayret etmeden yapamadım..
Bir de hazır yeri gelmişken; biliyoruz ki Türk dili pek çok yabancı dillerle alışveriş içinde olmuş, Arap ve Fars etkisini derinden yaşamış. Yüzyıllar boyu belleğimize yer etmiş kelimeleri bir anda ‘bunlar yabancı’ diyerek kenara atmak elbette olmayacağı gibi, neyin ne olduğunu, nereden geldiğini, ama Türkçe alternatiflerinin de olup olmadığını bilmek durumundayız. Çünkü DİLİMİZ KİMLİĞİMİZDİR.
Sıkılmadan okuyabileceğiniz bir kitap. Ben alanımda okumayı sevdiğim için beğendim. Siz de Kelimelerin Serüvenini merak ediyorsanız, bu yolculuğa mutlaka çıkmalısınız…
Merhabalardan bir demet. ≈)
Öncelikle şu fes konusunu bitirelim, şöyle ki:
Fes takmak, 2'nci Mahmut döneminde zorunlu hale getirilmişti. O tarihte, dinciler ayaklanmıştı, fes'in gavurun icadı olduğunu söylüyorlardı. Hatta bu yüzden, 2. Mahmut'a gavur padişah diyorlardı. Oysa, fes'in kökeni Batı değildi, Kuzey Afrika'ydı,
Herşeyin eskisi güzelmiş. Eski eşyalar, eski dostluklar, eski aşklar. Çünkü eskiden insanlar güzelmiş, ruhları güzelmiş, hayalleri güzelmiş. Şimdiler de güzellikten yoksunuz. Keşke eşyalarda, modada, aksesuarlarda olduğu gibi insanlıkta da eskiler moda olsa..
"Ahmet Ümit ile üniversite yıllarında tanıştım ve sonra hayranı olarak tüm kitaplarını okudum. Hele Komiser Nevzat karakteri beni çok etkiledi. Ancak Bab-ı Esrar daha farklı, bu kitapta yazar Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesinde polisiye yazarlığını gerçekten çok güzel göstermiş.
Bu kitabı defalarca okudum ve her seferinde çok güzelmiş dediğim sayılı kitaplardan olduğunu kabul ediyorum.Aynı dönemlerde okuduğum Elif Şafak'ın Aşk'ı ile konu anlamında yakın olmalarına rağmen ben Bab-ı Esrar'ı tercih ederim.
Bu kitaptan sonra yıllarca Tasavvuf okuyarak hayata bakış açımı değiştirdim. Mevlana'nın Mesnevisini okuyarak ilahi aşkı anlamak için güzel bir yolda ilerlediğimi düşünüyorum.
Bu kitap; yaşamı, aşkı ve inancı yeniden düşünmek için yazılmış
bir kitap. Dünyayı, yaşamı, inancı ve aşkı, yeniden düşünmemiz, yeniden araştırmamız, yeniden okumamız için yazılmış çok güzel bir yapıt. Mutlaka okumanızı öneririm...
Bab-ı EsrarAhmet Ümit · Doğan Kitap · 200836,2bin okunma
Askerlik çok güzel. Gece "Yat" saatinden sonra okuma lambasını açıp Huzursuzluğun Kitabı'nı sakin sakin horuldama senfonileri eşliğinde huzursuzca okuyup gecenin karanlığında günlüğüme içimdekileri yazabilmek, 1000kitap'tan ve internetin sanal dünyasından biraz olsun uzak kalıp, düzenli ve sağlıklı bir hayatın, temiz bir havanın tadını çıkarabilmek ne kadar da güzelmiş.
Her şeyin eskisi güzelmiş. Eski eşyalar, eski aşklar, eski dostluklar… Çünkü eskiden insanlar güzelmiş, ruhları güzelmiş, hayalleri güzelmiş. Şimdilerde güzellikten yoksunuz. Keşke eşyalarda, modada, aksesuarlarda olduğu gibi insanlıkta da eskiler moda olsa...