Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
ŞEHADET VAKTİ
22 Ağustos 1966'da Seyyid Kutub'a idam cezası verildiğinde, Assam el-Attar'ın kitabında anlattığına göre Kutub bu kararı tebessüm ve Allah'a ka-lvuşmanın verdiği büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Muhammed Ali Benna'nın dediğine göre Seyyid Kutub'un asılmasına asıl sebep "Yoldaki İşaretler" adlı kitabı idi.
Yüksel yayıncılıkKitabı okudu
Ortalığı düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artık bende nefret uyandırmaya başladı. Bilhassa: “Hakkın var, var ama, bunları söylemenin sırası değil!” diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır. Fakat bana: “Doğru düşünüyorsun ama, bunları söyleme!” diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil. Başkalarının malına, canına, karısına hürmet etmeyi bilen bu adamlar –tabi yalnız sözde– bunların hepsinden daha kuvvetli ve mühim olan fikirlere, kanaatlere hürmet etmeyi bilmiyorlar. Bunu lüzumsuz, manasız buluyorlar. Hatta birçokları için bir fikir ve kanaat sahibi olmak yalnız lüzumsuz ve manasız değil, aynı zamanda tehlikeli ve ayıp bir şey, muayyen fikirleri olan, yani kendisine düşünmek için bir kafa verilmiş olduğunu unutmayan bir adama cemiyetin sükûnetine bomba koymaya gelmiş bir anarşist nazarıyla bakıyorlar.
Reklam
Müslüman mı, Yoksa Tebaa mı Yetiştiriyoruz?
Aslında, asırlardır birinci kaynaktan gelen İslam fikrinin anlaşılamamasının neticesi olarak biz, gençliğimizi yanlış eğitiyoruz. Düşmanımız eğitimli, sert ve pervasız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını, ‘‘sineğe bile kötülük düşünmemesini’’, kaderine boyun eğmesini, ‘‘her türlü iktidar Allah’tan olduğuna
Açık saçık iki laf söylemeye imkan yok, derhal çehreler değişiyor ve birisi kulağıma eğilerek: “Bırak bu lafları Allah aşkına, ortalığı düzeltmek sana mı kaldı?” diyor. Ortalığı düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artık bende nefret uyandırmaya başladı. Bilhassa: “Hakkın var, var ama, bunları söylemenin sırası değil!” diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır. Fakat bana: “Doğru düşünüyorsun ama, bunları söyleme!” diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil. Başkalarının malına, canına, karısına hürmet etmeyi bilen bu adamlar -tabii yalnız sözde- bunların hepsinden daha kuvvetli ve mühim olan fikirlere, kanaatlere hürmet etmeyi bilmiyorlar. Bunu lüzumsuz, manasız buluyorlar. Hatta birçokları için bir fikir ve kanaat sahibi olmak yalnız lüzumsuz ve manasız değil, aynı zamanda tehlikeli ve ayıp bir şey, muayyen fikirleri olan, yani kendisine düşünmek için kafa verilmiş olduğunu unutmayan bir adama cemiyetin sükunetine bomba koymaya gelmiş bir anarşist nazarıyla bakıyorlar.
Ludendorff'ların hakkı var. Bir kere olan oldu, bitti. Şimdi perişan olan Alman gururunu okşamak için Avusturyalıları önemsiz, bizi aciz, yardıma muhtaç bir müttefik gibi niteleyebiliyorlar. İtiraz ederiz. Biz Alman ittifakından umduğumuz gayeyi baştan kaybetmiştik. O müşterek gaye namına değil midir ki, bir koyun sürüsü gibi bağlı, sadık, yürüye yürüye sade kazancımızı değil, elimizdekilerini de heder ettik. Çünkü örneklerimiz Almanlar veya onlardan da fazla Alman taraftarı olan vatanperverlerdi. Suikast demeğe dilim varmaz, fakat önderlerimizin cehalet veya gafletle, bir hayali emeli de olsa, o serabı hakikat sanmışlar, ona dört el ile sarılmışlardı. Kabahat kimde? Almanların sırtına yüklenen felaket yükünü hafifletmek için iklim iklim dolaşanlar, önümüze çıksın, çıkmasın düşman ordularına meydan okuyarak her taraftan başımıza musallat edenler kimlerdi? Hint yollarını kapamak için Tih Sahrasının kızgın çöllerini aşan, Irak'a, İran'a seferler açan, vatanı hududunda müdafaa etmek istemeyen biz değil mi idik. Ordunun büyük bir kısmıyla Galiçya'ya, Romanya'ya, Makedonya'ya koştuk, koşturulduk. Hülasa müşterek gaye namına bütün aczimizle biz Almanlara dört sene kazandırdık. Yazık ki onlar bütün haşmet ve satvetiyle bugün bize bir güleryüz olsun gösteremediler. Mahaza, Alman generallerine müteşekkir olmalıyız. Hiç olmazsa, dün olduğu gibi yarın da, gözü kapalı, saygısız hesapsız maceralara atılmamak için bizi ne güzel ikaz etmiş oluyorlar. Bu hakikatleri Almanlardan, bütün diğer kavimlerden evvel biz Türkler bilmeliyiz.
Sayfa 14 - Arba YayınlarıKitabı okudu
Bu şehir, bu şehrin insanları sahiden canımı sıkmaya başladı. Açık saçık iki laf söylemeye imkân yok, derhal çehreler değisiyor ve birisi kulagima egilerek: "Birak bu lafları Allah askina, ortalığı düzeltmek sana mi kaldi?" diyor. Ortaligi düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artik bende nefret uyandirmaya basladi. Bilhassa: "Hakkin var, var ama, bunlar söylemenin sirasi degil!" diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthis sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düsündügünü soylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır. Fakat bana: "Dogru düsünüyorsun ama, bunlar söyleme!" Diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkinda degil. Baskalarının malina, canina, karisina hürmet etmeyi bilen bu adamlar -tabii yalniz sözde-bunlarin hepsinden daha kuvvetli ve mühim olan fikirlere, kanaatlere hürmet etmeyi bilmiyorlar. Bunu lüzumsuz, manasiz buluyorlar. Hatta birçoklar için bir fikir ve kanaat sahibi olmak yalniz lüzumsuz ve manasiz degil, ayn zamanda tehlikeli ve ayip bir sey, muayyen fikirleri olan, yani kendisine düşünmek için bir kafa verilmiş oldugunu unutmayan bir adama cemiyetin sükânetine bomba koymaya gelmig bir anarsist nazaryla bakiyorlar.
Reklam
Ortalığı düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artık bende nefret uyandırmaya başladı. Bilhassa: "Hakkın var, var ama, bunları söylemenin sırası değil!" diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır.
İKAZ VE İTİRAZ "O kadim, gri kaya üstüne Oturup ta öğlene kadar, Böyle yalnız başına, William, Düşlerle oyalanmanın ne anlamı var? 'Kitapların hani? -yoksa öksüz ve kör Kalacak varlıklara sunulan o ışık? Kalk. Kalk ve ölülerin çocuklarına Üflediği ruhu yudumla artık. Doğa Ana'na bakınıp duruyorsun. Sanki seni boş
İkaz ve İtiraz
'Zihnimize tesir eden Güçlerin Varlığına da kuvvetle inanırım elbet, Ve zihinlerimizi beslemeye yarar Bilgece bir atalet.
Sayfa 41 - 1. Baskı: Ağustos 2020 - VakıfBank Kültür Yayınları
Behlül Dânâ, çarşıda, pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz ederdi. Onun bu ikazları bazı insanların kanına dokunuyor, gururları inciniyordu. Bir gün, halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşid ‘e gidip Behlül Dânâ‘yı şikâyet ettiler:—Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Bizi ikaz edip durmasın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır. Bu şikâyetler üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ‘yı çağırtıp halkın istediğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan ise bütün mahalle zarar görüyordu. Bozulan etlerin kokusundan durulmaz hâle gelince, aynı şahıslar Hârûn Reşîd‘e gidip durumu anlattılar... ... —Ey Behlül! Mahalleye astığın koyunların kokusun dan halk çok rahatsız oluyor. Böyle bir şeyi neden yaptın? Behlül Dânâ şu cevabı verdi: —Ey mü‘minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım! Sadece her koyunu kendi bacağından astım. Fakat görülüyor ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine olmuyor, herkese zarar veriyor. Insanların bunu anlaması için böyle yaptım. Herhalde anlamışlardır! Şikâyete gelenler hatâlarını anladılar. Bir daha Behlül‘ün nasihat ve ikazlarına itiraz etmediler. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Iste kurtulusa erenler onlardır.”
Reklam
KÖTÜLÜĞE “DUR” DEMEZSENIZ, ZARARI SIZE DE DOKUNUR.
Behlül Dânâ, çarşıda, pazarda halk içinde dolaşırken insanlara nasihat eder, yanlış hareketlerden sakındırmak için onları ikaz ederdi. Onun bu ikazları bazı insanların kanına dokunuyor, gururları inciniyordu. Bir gün, halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn Reşid ‘e gidip Behlül Dânâ‘yı şikâyet ettiler:—Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi hâlimize bıraksın. Bizi ikaz edip durmasın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır. Bu şikâyetler üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ‘yı çağırtıp halkın istediğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan ise bütün mahalle zarar görüyordu. Bozulan etlerin kokusundan durulmaz hâle gelince, aynı şahıslar Hârûn Reşîd‘e gidip durumu anlattılar... ... —Ey Behlül! Mahalleye astığın koyunların kokusun dan halk çok rahatsız oluyor. Böyle bir şeyi neden yaptın? Behlül Dânâ şu cevabı verdi: —Ey mü‘minlerin emîri! Ben bir şey yapmadım! Sadece her koyunu kendi bacağından astım. Fakat görülüyor ki, her koyun kendi bacağından asılsa da bütün çevreyi rahatsız ediyor, herkese zarar veriyor. Bir kötünün zararı sadece kendine olmuyor, herkese zarar veriyor. Insanların bunu anlaması için böyle yaptım. Herhalde anlamışlardır! Şikâyete gelenler hatâlarını anladılar. Bir daha Behlül‘ün nasihat ve ikazlarına itiraz etmediler. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Iste kurtulusa erenler onlardır.”
Sayfa 56 - E-KitapKitabı okudu
"Hakkın var, var ama, bunları söylemenin şurası değil!" Diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerine itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır.
Bu beyefendinin okuldan soğumasına, tarih dersine gelen öğretmen neden olmuş. Bu öğretmen, sınıfta dolaşarak ders anlatır, sıraların arasında gezinirken de elindeki tespihi daima işaret parmağına dolayıp çevirirmiş. Anlaşılan, bu davranışı öylesine alışkanlık haline getirmiş ki yaptığının farkında bile değilmiş Beyefendi de ona özenmiş olmalı ki bir gün. tıpkı öğretmeninin tespihini çevirdiği gibi tırnak makasının takılı olduğu zinciri işaret parmağında çevirmeye başlamış. Bunu gören öğretmen de. "Sen ne halt ediyorsun!" diye sertçe bağırıp. ‘Sok onu cebine!" diye ikaz etmiş. Sınıf arkadaşlarının önünde azarlanmak ağrına gitmiş ve "Ama Hocam, siz de parmağınızda tespih çeviriyorsunuz," diye itiraz edecek olmuş. Öğretmen de bunun üzerine. “Gelirsem oraya..." diye başlayıp son derece sert bir şekilde azarlamış. Bu olay, çok gücüne gitmiş. Dediğine göre o an içinde bir şeyler kopmuş, eğitimin hiçbir anlamı olmadığına karar vermiş Zamanla, koca bir yalanın içinde olduğunu hissetmeye başlamış ve artık hiçbir şey ifade etmeyen okulunu bir ay sonra bırakmış.
Emri ilâhi ile nehyedilmiş şeylerin üzerinde düşünce ve mütalâa olamaz. Yürütmek küfre gider, İslâm'a yakışmaz.. Bu bir hürmet ve inkıyad mes'elesidir . İnkıyadta ve hürmette hiç bir zarar olmadığına göre... Aksi doğrudur demektir ... Bunların büyük hikmetleri fehmedilirse, itiraz değil insan nefes bile alamaz... Doktor olmayan doktorun tavsiyelerine tamamen riayet ederse şifa izni ilâhi ile muhakkaktır.. Yok bundan ben birşey anlamıyorum. Böylelikle nasıl iyi olur diye o tavsiyeleri aklına sokamaz, yapmazsa şifa bulamaz. Anlamadım diye bir hakikat inkâr olamaz... Zaten haram­ ların oluşu, uzun ve meçhul yolların kapatılarak hakikat yoluna insan­ ları yürütmek için bir ikazdır. Yapan yatar, dinleyen, itaat eden felâh bulur... Çocuk bir çok şeyler arzu eder onları hoş görür. Yahud zevk duyar baba onu ikaz eder meneder. Çünkü neticeyi babanın tecrübe ve aklı bildiğinden fenalığı da bilmiştir... Çocuk ise farkında değildir...
Açık saçık iki laf söylemeye imkân yok, derhal çehreler değişiyor ve birisi kulağıma eğilerek: "Bırak bu lafları Allah aşkına, ortalığı düzeltmek sana mı kaldı?" diyor. Ortalığı düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artık bende nefret uyandırmaya başladı. Bilhassa: "Hakkın var, var ama, bunları söylemenin sırası değil!" diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır. Fakat bana: "Doğru düşünüyorsun ama, bunları söyleme!" diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil.
Sayfa 85 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
134 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.