Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Birini çok sevmek, ondan aynı sevgiyi umut etmektir. Hani derler ya, "Ben onu seveyim, o beni sevmese de olur", o işler öyle olmuyor işte. Sevilmediğin zaman canın yanabiliyor.
Fakat bazen öyle zayıf dakikaları oluyordu ki beklenmedik bir hadise, bir saniye içinde bütün azimlerini kırabilirdi. Bunu düşündükçe, kendi kendine dayanma gücü vermeye çalışır ve, "Uzak, her şeyden uzak..." derdi. Fakat işte bu mümkün olmuyor; meçhul bir kuvvet, onu günden güne müthiş bir düşüşe doğru sürükleyip götürüyor­ du. O zaman ne yapacaktı?
Reklam
Bir insanın bir insanı gerçekten tanıyabileceğine dair bütün inancımı kaybettim. Son umudum Savaş'tı, o da tükendi gitti. Babamdan sonra inancımı toparlayacak son erkek oydu. Büyük şeyler beklediğimden değil. Hatta şimdi evleniyoruz ama sonradan bir sürü bokluk çıkar diyebiliyordum. Ben birlikte yürüyebileceğimiz samimi, içten, gerçek bir
Sayfa 168Kitabı okudu
Bir Evlilik nasıl ilerler
Ebu Müslim Havlani bir toplulukta konuşulanları dinlemekteymiş. Hemen hepsi de hanımından şikâyette bulunmaktaymış. Ancak Ebu Müslim’de şikâyet filan yoktur. Demişler ki: – Veli gibi bir hanıma düştün de sesin sedan çıkmıyor değil mi? Omuzlarını silkerek cevap vermiş: – Bizimki veli filan değil kelimenin tam manasıyla delidir deli!... – Öyle ise,
Sayfa 53 - Destek Yayınları
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı. – Üşüdün, dedim. Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım. – Neden böyle oldun, dedim. Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
Eve girdiğimizde önce şaşkın bir vaziyette odanın ortasında kalakaldım. Evimi daha önce görmüş olması bir yana birlikte yaşadığımız onca şeyden sonra bile böyle hissediyor olmam çok tuhaf. Komik ama erkek arkadaşını ilk defa evine çağıran liseli bir kız gibi mahcubum. Jamie hala spada bu durumda ev tamamen bize kalıyor. Damien da benim
Sayfa 149
Reklam
...neyin var benim sevgilim derdim ona ellerin buz gibi rengin birdenbire soldu unut bütün bunları insanlarla gerçekleştirmek istediğin bütün hayallerini bana söyle bütün bunları seni dinlemek istiyorum o kadar çok yarım kalmış yaşantı birikti ki canım Günseli onların hepsini anlatsam kaldığım yerden yaşamağa kalksam benden kaçarsın hayır
HELENA: insanmış gibi muamele görmek... evet öyle dav- ranilmak onların(robotların) da hakkı. HALLEMEIER: Tabii ya. Buyur işte. Oy da atsınlar mı? Hatta maaş da alsınlar. HELENA: Alacaklar tabii! HALLEMEIER: Bak sen şu işe. Peki n'apcaklarmis bu ücreti kuzum? HELENA: Satın alırlar! Neye ihtiyaçları varsa... hoşlarına giden bir
Zamanın çok ince Dilimleri
İyimser bir hesapla diyelim ki, seksen yıl yaşadınız Her gün çalışmak, yemek ve uyumakla geçen saatler ayrı ayrı hesaplansa ortaya korkunç bir tablo çıkıyor. Seksen yılınız ede ede 29.200 gün edebiliyor. Günde yedi saat uyusanız, seksen yılda 204.400 saat, yani 23 yıl 4 ay kadar uyumuş oluyorsunuz. Amma çok lan, diye düşüneceksiniz. Evet, bence de
Sayfa 260 - Ortaoyuncular YayınlarıKitabı okudu
Neden Napoléon cana kıyınca suçlu olmuyor da ben suçlu oluyorum? Neden yasa koyucular kan dökünce yargılanmıyor da ben yargılanıyorum? Neden toplumsal-dinsel yasaları koyanlar, atalarından devraldıkları yasaları ihlal etmelerine rağmen baş tacı ediliyor da ben hapsi boyluyorum? Tamam, kan döktüm; bunda günlerdir çektiğim açlığın payı var, ama esas neden o değil. Kendime bir yasa koyucu kadar güçlü olduğumu göstermek istedim. Sıradan insanın yasayı ihlal etme hakkı yoktur, ama yasa koyucu yasayı pekâlâ ihlal edebilir. İnsanların kutsal saydığı şeyi kim yıkmaya cüret ederse yasa koyucu o olur. Napoléon kimseye yararı olmayan yaşlı bir kadını öldürmesi gerekseydi bir an bile tereddüt etmezdi. İşte ben bir yasa koyucu kadar katı, bir yasa koyucu kadar kayıtsız olabileceğimi kendime göstermek için, ancak öyle olursam başka larının efendisi olacağımı düşündüğüm için kan döktüm. "Bütün insanların döktüğü kanı, hep dökülmüş olan kanı, dünyada okyanuslar kadar, şampanya gibi akan kanı döktüm ve o kanı dökenler Capitol'de taçlandırılıp insanlığın kurtarıcısı ilan edildiler." Onlar kurtarıcı ilan ediliyorsa ben niye yargılanıyorum? "Kuşkusuz suç işledim, yasayı ihlal ettim. Tamam, beni idam edin, bu iş burada bitsin. Ama madem öyle, insanlık kurtarıcılarını da idam edin." Eğer yasa dediğiniz buysa, diyordur Raskolnikov, evet ben suçluyum; ama bir zahmet siz de sorun kendinize: Neden yasa koyucular kan dökünce suçlu olmuyor da ben suçlu oluyorum? "Niçin bir kenti kuşatıp halkını topa tutmak daha saygın bir biçim sayılıyor, işte bunu bir türlü anlayamıyorum."
Reklam
İçinizde hissettiklerinizi başkalarının anlamaması için çaba gösterdiğiniz olmuyor mu? Hatta, kendi kendinizi bile aldatmaya çalıştığınız olmaz mı hiç? Hani içinizde duyduğunuz seyleri boğmaya uğraşır ya da onları duymamak için kendinizi başka faaliyetlere verir, o da olmadi gülüp geçmeye çalışırsınız ya...iste öyle bir duygu.
Sayfa 153Kitabı okudu
Chambord Kontu (V. Henri) olayını hatırlıyor musunuz? Bu da bir kral, lejitimist [iktidarın meşruluğunu soya dayandıran monarşi taraftarı]... İspanya'da Don Carlos'un yaptığı gibi, o da aynı dönemde Fransa'da iktidar arayışına girmişti. Hatta birbirlerini aynı aileden, aynı kökten sayabilirler, ama ne kadar farklı! Biri inançlarına
Sayfa 296 - 297, 298, 299,300, 301,302,303Yapı Kredi Yayınları
Sonra babaannemin soğuk cümlelerini ve eve sinmiş cenaze ağırlığını valizimize koyup beni de alarak Almanya'ya geri döndüler. Şimdi hayal et; dilini, kültürünü, hiçbir şeyini bilmediğin bir ülkede, iki yabancıyla birlikte geçen altı koca yıl... O zaman delirmediysem hiç delirmem herhalde' derim hep. Diyeceksin ki, annenle babanla yakınlaşmadınız mı? Yok, olmadı çünkü onlar bana ne kadar yabancıysalar ben de onlara o denli yabancıydım. Komşu çocuğu gibiydim. Bazen düşünürüm, keşke unvanının anne ve baba olması bağ kurmaya yetse, keşke bir çocuğun evladın olması onu sevip kabullenmene kâfi gelse. Ama öyle olmuyor işte. Kendi 'boktan' işlerinin içinde debelenip duruşlarını, yıllar içinde ya- şadıkları hayal kırıklıklarının ve yorgunluğun sevgilerini an be an kemirip bitirişini, kaşlarının her gün biraz daha çatılışını, bellerinin her an bir parça daha bükülüşünü izledim. Sonra üniversite zamanı geldi ve Türkiye'de bir okula kayıt yaptırıp memleketime geldim. Zaten bana 'gitme' diyen kimse de olmadı. Ve zaten ben burada -yalnız da olsam- daha bir ana kucağında hissediyordum. Anamın kucağında olduğumdan daha fazla...
Alışma işte, sonra alıştığın gidiyor. Sen diyorsun ki " Bu yer dolmaz, ben yaşayan bir ölüyüm artık." Ama o işler öyle olmuyor işte. Hayat devam ediyor sen nefes almaya devam ediyorsun.
Berbat geçen eğitim hayatımda dahi her zaman matematiği sevmiştim. Sanırım tam bir problem çözücüyüm(!). Bir şeyleri ezberlemek ve hazır hissetmek bana asla uygun olmadı. Ezberlediğim şeyler beni geliştiriyor gibi hissettirmiyor. Dolayısıyla hazır hissetmem mümkün olmuyor. Ödünç alınan bilgelik gibi. Üzerine oturmamış bir takım elbise. Oysa güzelim matematik öyle mi? Sana formülü gösteriyor ve problemler baş başa bırakıyor. Hamur gibi yoğuruluyorsun. İşte o zaman başardığında hazır hissediyorsun.
Sayfa 16
545 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.