Bugün 15 Nisan pazartesi. Dün yurda geldim. Ve dün, evden yurda son gelişimdi, evden yurda son yolculuğumdu. İlk kez bu kadar garip hislerle adım attım bu yurdun bahçesine. İlk kez yurda farklı bir gözle baktım. Sanki yıllar geçmiş de yeniden gelmişim gibi. Biliyorum ki 2 ay sonra sınava girdiğimde birçok şey bitmiş olacak. Ve o zaman da içimde,
Parmaklan hiç zorlanmadan içime kayıveriyor Evet buna ne şüphe diyor beni onaylamasına.
Bu kadar çabuk uyanldığım İçin benimle dalga geçiyor ama ben de onun penisinin kazık gibi olduğunu
hissedebiliyorum.
Onu daha da azdırmak umuduyla kalçamı ona sürtmeye başlıyorum.
Vay vay yaramaz mısın sen?
Hem de çok diyorum ve arsızca beni bir daha
Hayat,hep arayış çokça kayboluş bazen de bulduklarımızla dışı tenha içi kargaşa dolu yüreklerin nefesi ise...
Bana bu nefesi ilk hissettiren bir mescid...rayihasi ancak gönlünü açtığında üzerine sinecek adı Gül..kendi Gülden öte bı mescit..orda başladı kendimi ilk seyretme heveslerim,benliğimi inşa etmekse dedikleri attığım ilk temel oradaydı.O zamanlar bı isim verdiğim şimdi telaffuz edecek olsam çocukça gelecek fakat o çocuk gönle göre gayet güzel bir defter bir de ben..sonra adım adım bir kaç kitap..
Ene 'Sus Ey Nefsim' bir kitap insana neler katar saymaya kalksak kelime yetişmez ama bu kitap için tek bir cümle kuracak olsam "gönlüme bir dua düşürdü" derim.O mescidde ortamın karanlığını aydınlatacak bir dua aniden dilime düşmüştü bu kitabı okuduğum demlerde,sonra duanın ortasında evet işte bu Allah'ım buna ihtiyacım var,bunu istiyorum diye heyecanla dilimden çıkana hayret etmiştim...
Sonra bir duanın kabulü bu kitap....
Muhabbetteki Sır
Sonra aradan geçen zamanla bir yeni lütuf bu kitap...
Adab
Yeniden başlamak kaybettiğim heyecanı kazanmak için 4-5 sene öncesine gidip o kitapları tekrar okumaya niyet ettim.
Kendimi kaybettiğim yerde değil bulduğum yerde aramak için
Okuduğum hiç bir kitaba bu kadar ciddiyetle dönmemiştim.Daha önce hiç okumamışım gibi dönüyorum varsa küçük de olsa bildiğim sıyrılıp.
bir boyun eğiş..bir dervişane diz çöküşle yeniden başlıyorum...
Hayatımın en güzel dönüm noktasında karşıma çıkmış,arayışlarımla pusula olmuş, kitaptan öte göz nurum... Satırları değerlendirirken telaffuz edilecek her kelimenin kifayetsiz kalacağını düşünecek kadar çok sevdiğim, uzunca bir vakit yanımdan ayırmadığım başucu kitabım...
Arayış içinde olan satırdan sadıra giden gönülyolunu çiceklendirmek isteyen herkese acizane tavsiyemdir
Burda boğuluyorum artık. Edebiyat yapmıyorum. Gerçekten boğuluyorum, hava yetişmiyor, soluğum kesiliyor. Hıdırlık Doruğu'nda insanı yere çalan sert yel bile, ciğerlerime boğucu gaz gibi doluyor. Ancak kendimi bilmemesiye, kendimi yitiresiye içtiğim -zaman rahat ediyorum. Her sabah dilim paslı, ağzım acı, beynim uyuşuk uyanınca, bir daha içmiyeyim diyorum. Kendi kendime söz veriyorum. Şöyle bir silkinmek, kendime gelmek istiyorum. Olmuyor. Günle birlikte yeniden boğulmaya başlıyorum, havasızım, havasız... Buraya gelirkenki coşkunlu-
ğumu yitirdim, içimden taşıp akan su, ölü toprağında göllenip bataktaklandı. Beni kınıyorsun, değil mi? Burdan bir kurtulsam, ben de kendimi kınayacağım, ikinci yıl bitti işte.'.. Kişi dev olsa, bu işin üstesinden gelemez. Uyuştum, kaldım.
Suç, Ceza ve Vicdan Azabı
Nasıl başlık ama, mükemmel estetik duruyor değil mi ? Romanı ilk okuduğumda 12-13 yaşımdayken falan aklıma bu başlık gelmişti. “Ben olsam kitabın adını böyle yapardım” demiştim. İyi ki ismini ben koymamışım berbat olurmuş.
Neyse konumuz bu değil, kitabı incelemeden önce biraz vicdan azabını tanıyalım. Bu yazılar
Yazar Virginia Woolf’un eserlerinden yola çıkarak bir kurgu yaratmıştır. Woolf bir grup öğrenciye yazarlık dersi vermektedir, orada sunduğu önerileri aşağıda derledim.
“Bir roman yazarının en temel tutkusu, olabildiğince bilinci dışına çıkarmaktır.” Mantıklı düşünmeyi bırakın yani. Bir trans haline girin ve sadece yazın.
“Öğrencilerinin
𝐆𝐈𝐑𝐈𝐒
Bu eseri yazan ve Boşnak Müslümanlarının çektiği zulmü, okurken vücudumuzdaki tüyleri diken diken edecek bir esere imza atan
Sinan Akyüz'e teşekkürlerimi sunarım. Kitabı okurken, elimden geldiğince ince bir titizlikle ve objektif bakış açısı ile okumaya çalıştım, incelememi bu titiz çalışmam ile gerçekleştirdim. Yeri geldiğinde duygularımın
Ne zaman yağmur yağsa ben hep böyle oluyorum. Bir küskünlük, bir bezginlik sarıyor içimi. Yağmur damlalarının toprakta kayboluşu bana insanoğlunun çaresizliğini hatırlatıyor durmadan. Hepimiz bir yağmur tanesinden başka neyiz ki? Önce bir buğu halinde topraktan yükseliyor, sonra bir küçük damla olarak yine toprağa dönüyoruz.
Yağmur altında
Eve dönerken hep Branston Köprüsü'nden geçmem gerekiyor çünkü evden kaçarken hep Branston Köprüsü'nden geçiyorum. Bu kez tamamen diyerek kaçmayı aklıma koyduğum vakit, köprüyü geçerek ardımda bırakmazsam bunun bir kaçış olmayacağı, sadece ve sadece evden uzaklaşmak olacağını artık pek de düşünmeksizin her seferinde oradan geçiyorum. Aslında ben geçtikten sonra birileri havaya uçursaydı bu köprüyü kaçış ve dönüş de oradan uzaklaşırdı başka yerde başka şeyler arardım muhtemelen. Fakat biraz düşününce köprünün havaya nasıl uçtuğunu görmek isterdim diyorum. Orada köprü olmadığı zaman ne yapılabilir onu da görmek isterdim ve yine muhtemelen bir şey yapılamazdı artık orada, ben de yapamazdım hiçbir şey. O zaman yolumda ilerleyip Sad Hill mezarlığının ötesine geçebilirdim. Kesinlikle geçerdim çünkü hiç kimse böylesi korkunç bir mezarlıkla hiçbir şey yapılamayacak bir yer arasında kalmak istemez, eninde sonunda mezarlığı geçip gider. Öyle olmuyorsa lanet köprünün geride hâlâ ayakta olması yüzünden. Mezarlığın ortasındaki taş döşemenin yakınında ikiye çatallanan bir ağaç var, çatalın biri neredeyse yere paralel. Hemen yanında ise isimsiz bir mezar. Ne zaman oraya kadar gelsem, o taşlı zemine ayaklarım değse, sanki oradan hiç ayrılmayan şu lanet karga ürkütücü sesiyle bağırmaya başlıyor, işte o zaman o isimsiz mezarı görüyorum sanki onun içine çekilecekmişim gibi bir korku kaplıyor içimi, büyük şeyler olacak diyorum, buradan kurtulamayacağım. Gerisin geri kaçmaya başlıyorum. Lanet Branston Köprüsü, sapasağlam yerinde yine.
daha iyi yenilmekten sıkıldım
benim bir sayfam vardı silinmekten yırtılmış
bir dizem vardı fazla uzaklaşmış olamaz
giymediğime pişman olduğum pantalonlarım
sessizlikle cevaplanmış sorularım vardı
öyleyse bir gülmekten bahsedelim
bir ferahlık dilerim şimdi ben hepinize
bir bilseniz nasıl aydınlanıyor odanın içi
bir bilseniz nasıl dağılıyor masada toplar
bir bilseniz unutamazsınız bazen bilmemek iyi
bu sefer yeniden başlıyorum bak işte pazartesi
diyete, tütün bırakmalara, seni çok sevmelere
kalbim işte bazen teklermiş damar-ül sert
bu sefer yeniden içimde çoklar
kanat çırpışı düşmüş serçenin, boşuna.
öyleyse bir cumartesi şimdi gülüşün
şimdi gülüşün mutlu bir pazar.
Dön babam dön. Temmuzun sarı sıcağı cayır cayır yakarken Güneşin gö-zünde,[1] düğenin üzerinde dön babam dön.
Büyükler harman kenarında bir asma gölgesinde uzanıp günün yorgunlu-ğunu atarken, düğeni sürmek için adımız söylenince hiç itiraz etmeden düğenin üstüne çıkar gönülsüz gönülsüz düğenin üzerinde dönmeye başlardık.
Biz taşra çocuklarına