Bir insanın kabul gören her şeye meydan okuyacak cesareti bulmak için neyi kaybetmesi gerektiği bilinemez; hiçbir şeyi yapmak ta sakınca görmeyen, en mahrem düşüncelerini, hem şehvetperest tahlıkla fiiliyata döken bir insan haline gelene kadar, Diogenes'in hem de saf bir bilgi tanrısının yapabileceği gibi tabiatüstü bir küsneyi kaybetmiş olduğu bilinemez. Kimse daha dobra olmamıştır; ve zihin açıklığında bir sınır-vaka olduğu gibi, eğer arzularımızla davranışlarımız eğitim ve ikiyüzlülük tarafından frenlenmese, bizim de ne olabileceğimizin örneğidir.
"Bir gün bir adam onu zengince döşenmiş bir eve soktu ve şöyle dedi : "Sakın yerlere tükürme? Canı tükürmek isteyen Diogenes, adamın suratına bir balgam atti ve ona, bulduğu tek pis yerin orasi olduğunu ve oraya tükürdüğünü haykırdı” (Diogenes Laertios). Bir zenginin evine kabul edildikten sonra, yeryüzündeki tüm varlıklıların üzerine boşaltacak bir tükürük okyanusuna sahip olmadığı için kim pişmanlık duymamıştır?
İyi ile Kötü'nün birbirinden ayrılmasıyla ilgili ilk
söylence eski Perslerde ortaya çıkmıştır: Zaman Tanrısı,evreni yarattıktan sonra çevresindeki güzelliğin farkına
varır, ancak çok önemli bir şeyin eksik olduğunu hisseder: Bütün bu güzelliklerin tadını birlikte çıkarabileceği biri
yoktur.Tam bin yıl, bir oğlu olsun diye dua eder. Dualarını
_İnsanlar sizi, sadece aynı yerden canları yandıklarında anlarlar.
_Dalgaların art arda gelip çarptıkları kaya gibi ol. Sağlam, kıpırtısız ve çevresinde kaynayan suların dinginleşmesini seyreden.
_Sanki ölmüşsün ve bir süre daha fazladan zaman bağışlanmış gibi doğaya uygun yaşa.
_En büyük erdem tarafsızlıktır. Duygular ise, yanlış fikirlerden
İyi ve Kötü'nün birbirinden ayrılmasıyla ilgili ilk söylence eski Perslerde ortaya çıkmıştır. Zaman Tanrısı, evreni yarattıktan sonra çevresindeki güzelliğin farkına varır, ancak çok önemli bir şeyin eksik olduğunu hisseder: Bütün vu güzelliklerin tadını birlikte çıkarabileceği biri yoktur.
Tam bin yıl, bir oğlu olsun diye dua eder......
Aşkla acı, kuşkusuz, erkekler için de birbirine bağlıysa da, onların çektikleri ya kısa sürelidir ya da çok şiddetli değildir. Benjamin Constant, Juliette Recamier’in aşkından ölmeye kalktı ama, bir yılda kendine geldi. Stendhal, yıllarca Metilde’nin ardından pişmanlık duydu; ancak bu pişmanlık hayatını yok etmeden ona renk katan bir pişmanlıktı. Oysa, kendini gerekli olmayan bir rolü yüklenmiş olarak gören, tam bir bağımlılığı kabul eden kadın, kendi içinde bir cehennem yaratmaktadır. Seven her kadın, kendisini, Andersen’in masalındaki aşk uğruna kuyruğunu bacakla değiştiren ve sonra ömrü boyunca kızgın korlarla iğneler üstünde yürümeye mahkum olduğunu gören ünlü deniz kızına benzetir.
Ertelemek ve pişmanlık demişken, size kırlangıcın hikayesinden de bahsetmek isterim.“ Günlerden birinde bir kırlangıç bir adama aşık olmuş. Cesaretini topladığına karar verdikten sonra adamın penceresinin önüne konup küçük gagasıyla cama vurmuş. Tık… Tık… Tık… ‘Adam cama bakmış fakat içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Kimmiş onu işinden
yer altından notlar
İnsan kendi kendine karşı tamamıyla samimi olabilir mi?
inandırıcı bir otobiyografi yazmanın imkânsız olduğu, insanın kendisi hakkında mutlaka birtakım yalanlar uyduracağı iddiasındadırlar
Sonra belki içimdekini kâğıda dökmek bana bir çeşit ferahlık verir
Yazmak ne de olsa bir iştir sonuçta
canım sıkılıyor, daima işsiz
Erdem ve Ayıp
Bekâretin fahişeliğin yaygın bir alt kolu olarak satılması, tarihsel kayıtlarda 18. yüzyılın başlannda görünmeye başlamıştır. Mandeville’in Defence’i “kiralık bakirelerin" el altında olduğu-
nu açıkça gösterir. Hatta 17. yüzyıla aiL zengin gezginler için .tasarlanan genelev ve eğlence kılavuzlarında bazen, Londra ve Venedik
Gazeteci Arif Tozan kül yutmuyor
“Yarınki köşe yazımda bu daveti anlatmalı mıyım acaba?
Bilemiyorum ki. Eskiden böyle yazıları zevkle okuyordu millet ama şimdi
bir öfke modası başladı. Kıyak yemek, kıyak gezi, kıyak uçak bileti
diyerek her şeye kızıyor okurlar. Belki de kendilerinin çektiği sıkıntılar
artarken, gazetecilerin hayatın