"Aşk, bir bedende iki kişi."
“Ey aşk...! bir mucize gerçekleştir şimdi
Şapkandan bir kumru havalansın
Bana öyle büyük ki bu kalp,
Gelsin yüreğime yuvalansın”
Kitabı okurken sımsıcak bir yürek buldum. Yaşam kavgasının molalarında, sıcacık bir poğaça, buğusu üstünde demli bir çay, sevgi ve vefayla beslenmiş hoş bir muhabbet, zifiri
NOT: Bu yazı yalnızca kitaba dair değildir. Uzun bir makale konusu, tez ya da kitap olabilecek "kadınların tarihi"ne dair kısa bir yazıdır. Yine de bir incelemeye göre uzundur. 10'dan fazla alıntıyla da yazıyı zenginleştirmeye çalıştım. Ve rahat okunması için konu başlıklarına ayırdım. Yalnızca kitapla ilgili kısımları merak edenler
Okur musunuz bilmem lakin yazdım.
İncelemeye başlamadan önce, felsefi bilgileri bu denli basit ve eğlenceli bir üslup ile kaleme alan Nigel Warburton 'a şükranlarımı iletiyorum :)
* Metnin uzunluğu gözünüzü korkutmasın, madde madde elimden geldiği kadar özetlemeye çalıştım.
Kitabımız kronolojik bir sıraya göre dizilmiş, 40 bölümden oluşuyor.
Ayfer Tunç’un yeni romanı, tek başına bir kadının tüm dayatmalara başkaldırısı diye biliniyor medyada. Kuru Kız, toplumsal baskılardan özgürlüğe kaçış üzerine, bir roman. Hatta bir başarı öyküsü de denilenebilir.
Kitabın adı içeriğini bilmeyenlere ilk olarak kız kurusunu çağrıştırıyor. Ama yazar karakterin meselesini sadece kız kurusu olmadığını
"Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?"
Franz Kafka'nın dediği gibi bu kitap beni sarstı, beni fazlasıyla rahatsız etti.
Duyguların, kelimelerle damara enjekte edildiği kitaplardan bu.
Beton yolun iki yanı, birbirine dolaşmış kuru otlardan bir şilteyle kaplı
Eser için söylenecek o kadar çok söz var ki incelememi yazarken yazılarımı toparlamak için günlerimi vermem gerekti.
Bu eseri uzun bir tren yolcuğu gibi düşünün, koltuğunuza oturmuş pencerenize yansıyan manzarayı izliyorsunuz. Yolculuğunuz içerisinde birçok durak olacak, her durağınızda ayrı bir yer görecek ayrı bir duygu yaşayacak ayrı birşeyler
Kahredilen kadınların, kız çocuklarının , kiminin kendi tercihiyle kiminin hayatında tesadüfleriyle, zorbalıkla, zorlukla sürüklendiği acı dolu yollar. Sonunu bilemeden yapılan seçimler , gözünüzü iki saniye kapatıp bir şeylere katlanmaya hazırlandığınızda düşündüğünüzden çok daha beterleriyle karşılaştıran bütün hazırlığınızı yıkan yok eden o eziyetler. Annelik... Bir kadının çocukluktan acımasızca alınıp zamansız kadınlaştırılması, anneliğin dayatılması, daha sonra o anneliğini yapmasına bile izin verilmemesi. Var olup varlığını kanıtlayamadan yokluğa sürüklenen, kemerlerle dövülen, dişleri ağızlarında parçalanan, din adı altında her türlü işkenceye maruz kalan o kadınlar ... Neydi ki tüm bunların anlamı ? Çocuk olmak, sevgili olmak, kadın olmak , anne olmak... Neydi ki tüm bunlar. Sadece insanların (erkeklerin) izin verdiği kadar mı yaşayabilirdik?
Ya da izin veriyorlar mıydı, biz yaşıyor muyduk?..