Bu bataklığın suyu da çamuru da;
-Her şeye hakkı/m var koca zihniyeti ile
-Namus etiketini sadece kadınların alnına yapıştıran zihniyetten geliyor.
Bazı hasta zihinli erkekler, asırlardır kadını kendilerinin duygusal işçisi, evlerinin bekçisi, toplumun günah keçisi olarak görüyor.
Kadını toprak sanıp, iliklerine kadar sömürüyor.
Kadına stres
İlkel çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hakimdi. İnsanoğlu kadının çocuk doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak yorumluyordu. Bu nedenle kadından hem korkuluyor, hem de kadına saygı duyuluyordu. Öte yandan İlkçağ'da birçok alanda üretimi kadınlar başlatmıştı; ip, sepet dokuma, ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni eşyalar, boncuk, besinleri birbirine katarak mutfak kültürünü geliştiren ilk hekimlik ve şifalı otlar gibi buluşlar kadının eseriydi.
Bir kadın sabah erkeğe dönüşmüş olarak uyandığında ne olacaktı? Şayet aile ortamı antrenman sahası olmasa erkek çocuk
hükmetmeyi, kız çocuksa boyun eğmeyi nereden öğrenecektir?
Ya çocuk yurtları olsaydı? Ya evin erkeği temizlik ve mutfak işlerini paylaşsaydı? Ya masumiyet saygıdeğer olsaydı? Ya akıl ve
duygu kol kola gitseydi? Ya vaizler ve gazeteler doğruyu söyleselerdi? Ya kimse kimsenin sahibi olmasaydı?
Bu bataklığın suyu da çamuru da;
-Delikanlılıkla elikanlılığı bir tutan.-
-Her şeye hakkı/m var koca zihniyeti ile
-Namus etiketini sadece kadınların alnına yapıştıran, namusu apış arasına sıkıştıran,
-Ve bunca kötülük dururken, öpüşmeyi ayıba, sevişmeyi ahlaksızlığa yakıştıran zihniyetten gelir.
.
Bazı hasta zihinli erkekler, asırlardır kadını
Bazı hasta zihinli erkekler, asırlardır kadını kendilerinin duygusal işçisi,
evlerinin bekçisi,
toplumun günah keçisi olarak görüyor.
Kadını toprak sanıp,
iliklerine kadar sömürüyor.
Kadına stres topu,
mutfak robotu,
cinsel obje muamelesi çekiyor.
Kadını varlığında değil,
sadece yokluğunda fark ediyor.
Yarattıkları öfke,
nefret ve korku ortamında,
kadınlara esaret yaşamı sürdürülüyor.
Kadınlar
dövülüyor,
sövülüyor,
kovuluyor,
ya da vurulup öldürülüyor.
Sadece fiziksel şiddetle değil,
Zihinsel ve duygusal istismarla
defalarca bıçaklanmalarına rağmen,
YARALARINI GÖSTEREMİYOR KADINLAR.
Kadınların eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği mücadelenin tarihi olan 8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grevler yapmaya başlamasıyla tarihe geçti. Başlattıkları grev sırasında çıkan
Kimseyi incitmek istemem ama... ile başlayıp:
️-Bir şeyleri alt üst etmeden de duramamcılıkla..
️-Egemen erkek aklının ağzına kürekle vurmadan, erkek aklıyla yaşayan kadın aklına laf sokmadan duramamcılıkla..
️-Mutfak masasında, çocukların bağırışları arasında yazan kadına saygılar, hürmetler ederim ama, buna neden karşı çıkmadığını sormadan
Daha fazla mutfak eşyasının kırılması, ayak kayması, boğuşma; annesinin nefessiz kalmış ancak çaresiz ve ısrarlı sesi:
"Yapma... Hayır, oraya vurma... İçimde bir bebek var..."
Kocasından, çocuklarından, dünyadan kaçıp, mutfaklarına sığınan kadınlar geçti gözlerimin önünden: Omuzları düşmüş, gözleri yarı kapalı bezgin kadınlar... Onlardan biri olmak, hiç kimse için, hiç de o kadar uzak bir olasılık değil; bunu, birdenbire bir sızı gibi içimde duydum. Bir varoluş sızısı gibi ta içimde... Kaderin biz kadınlara kurduğu
Geceleri gülmek yasaksa bizeBize şehirlerce gülmek yasaksaGeceleri de değiştiririzŞehirleri de!
Her yıl 8 Mart'ta kutlanan Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadınların sosyal, ekonomik ve politik haklarını savunmaları, eşitlik mücadelesinde birleşmeleri ve seslerini duyurmaları açısından önemli bir gün olarak kabul edilir. Bu
Yine yeni bir yazar, harika bir kalemle tanışmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Özlem Narin Yılmaz ve son romanı Aşk Uğruna. Umarım okuyucusu çok çok olur.
Kitabın adından da anlaşılacağı üzere tabii ki baş rolde aşk var. Aşkın olduğu yerde insanlar ve o insanların yaşadıkları, onların etrafında gelişen olaylar var. Kitabın baş karakterleri Perin
Aleksandra Mihayilovna Kollontay burjuva bir ailenin kızı olarak hayata gelmiştir. Etliye sütlüye dokunmadan rahat bir yaşam tercih etme şansına sahipken devrimci mücadeleye katılmıştır. 20 yaşında evlenmiş, tutsaklık olarak gördüğü evliliğini bitirip eğitim için İsviçre' ye gidip eğitimini tamamlamıştır. Evliliği ile ilgili şöyle der: '' Belki
Kadınlar esir alındıkları yeri, korundukları yer sanırlar. Kadınlar için hem siper, hem sığınaktır mutfak ve her zaman sıcak aile yuvasının içimizi ısıtan sembolü anlamına da gelmez. Yaşayan ölüler haline gelmiş kimi kadınların morgudur aynı zamanda. Toprağa verilene kadar bekledikleri yerdir. Bilirsiniz, bedenler sonra ölür.
— o sardunya çiçekleri ki kaç kez düşüncelerinin geçtiği yolları süslemiş; yaprakları, sanki aceleyle okurken üzerine not alman kâğıt parçalarıymış gibi,..
— tabut örtüsü, karatoprak, kefen değil; asıl acınacak şey böyle boyun eğmeye zorlanan çocuklardı, canlılıkları baskı altında tutulan çocuklar.
Deniz Feneri.. birçok edebiyat tarihçisi ve