Bence dünyanın en güzel romanı budur... Evet, kabul ediyorum, tamamen kişisel bir görüş bu ancak ben öyle olduğuna inanıyorum. Bu görüşe ilk sahip olduğumda henüz bir üniversite öğrencisiydim ve kitap okuma maceramın başlarında sayılırdım. Lakin aradan uzun yıllar geçti, aralarında hatırı sayılır miktarda roman da olan binden fazla kitap okumuş
Serkan Karaismailoğlu' nun Kadın Beyni Erkek Beyni, Beyinde Ararken Bağırsakta Buldum dan sonraki üçüncü kitabı Pia Mater . İlk iki kitabını da büyük bir keyifle okuduktan sonra hayal kırıklığına uğramayacağım hususunda emindim. Bir farkla... Bu defa romandı okuyacağım. Nöro Roman...
Temmuzun ilk günlerinin ultra aktif geçmesi biraz canımı sıksa
Keşke bitmeseydi dedirten yaklaşık 600 sayfalık eşsiz kitap... Evet kitap bitti, bitmesin diye sayfaların gözünün içine baktım desem yeridir. Böyle güzel kitapları niçin daha ön planda tutmuyoruz şaşırıyorum doğrusu. 10 üzerinden 1000..000 veriyorum. Ufak çaplı araştırmalarımdan öğrendiğim kadarıyla eskiden iki kitap olarak basılan bu güzel
Sonsuz yaradılış gibi apaçık ortada bulunan, rotası belli olan, masumiyeti en zor, en kırılmamış toprakların altından çıkarmış olan kadınlara duyulan haksızlık. Kimiz biz? Niye buradayız? Neden doğduk? Ne için yaşıyoruz? Nereye çıkıyor bu dakik planlarımızın sonucu? Neden yozlaştık? Burnumuzun dibindeki buharlı duyguları nasıl uçurduk? Hatırladıkça burnumuzun direğini sızlattığını bile bile. Neden hiçbir şey yapmadık? Çünkü kadındır dedik, ittik öteye; 'Kadın' gibi dedik, sevemedik. Hatta daha sevimsiz kelimeler kullandık....
Her şeyden önce aradığımız şeyin ne olduğunu biliyor muyuz? Mutluluk tam olarak nedir ki onu satın almaya çalışıyoruz? Huzur nasıl bir nesne ki ona maddeyle paha biçip neyse fiyatını vermeye kalkışıyoruz? Bizler peşine düştüğümüz bu şeyin tam olarak ne olduğu bilgisine erişebildik mi?
Biliyorum zor sorular bunlar.
Ancak tüm bu soruların zorluğu da yine bizden kaynaklanmaz mı? Soruyu soran da o soruya cevap verecek olan da yine bizler değil miyiz?
Peki ama biz kimiz?
Şu son günlerde etrafıma bakıyorum ve sadece Terörist Yahudilerden, İsrail'den değil kendi insanımdan da soğuyorum. Biz ne zaman bu kadar merhametsizleştik? Hani lafa gelince Büyük Türk milletiyiz, şanlıyız, onurluyuz her zaman mazlumun yanındayız falan. Ne bu ırkçılık? Ne bu aman yesinler birbirlerinicilik? Ne bu ataları bize zamanında ihanet etmişticilik? Yazık ki ne yazık. Dönüp bakıyorum insanlığımızı yitirmişiz, kimiz biz? Neyiz? Bi dönüp vicdanlarımızı sorgulayalım rica ediyorum. İşin artık dini boyutunu da geçtim hastaneler bombalanıyor, kaçış yolları bombalanıyor, evler zaten bombalanıyor. Senelerdir süren bir durum bu sadece hamas yüzünden başlayan bir güvenlik sorunu değil. Biz senelerdir Filistin'de olan katliamları izliyoruz. Yeter diyoruz yeter.
Bir dönün dininizi değilİnsanlığınızı sorgulayın artık.
Bugün suskun kalırsanız, yarın konuşacak yüzünüz olmaz.
Ayrılık; araya giren mesafeler değil, uzaklık değil... Ayrılık nedir biliyor musun?
"Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık." diyor Şükrü Erbaş...
İnsan birbirine bu kadar zarar veriyorken, can
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilmezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimiz zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu