Sonra biraz klor ve belki başka berbat şeyler karıştırılmış suyla uzun uzun yüzümü yıkamıştım. Çünkü, babaannem, küçükken, bir seferinde, gece uyanınca başucumuzda dolanan huriler melekler ve çok da uyunmuşsa, meleklerin ardından şeytan da, yüzümüze işerler, eğer yıkamazsan yüzün ekşi kokar demişti, ben de o zamandan beri hep, uzun uzun, özenle yıkamıştım yüzümü. Yaşasa ve suyun şu kokusunu duysa belki yüzünün huri çişi kokmasını seçerdi. Yüzüme ıslakken bir daha bakmış ve Halûk Bey'e, babaanneme gülümsemiştim. Bu gülümsemeler, kumral düz saçlar, yeşil gözler beni hep kurtarmıştı. Pınar'a ve diğer pek çok insana iyi gelmişti. Bir keresinde kızım, baba, sen hep gülümse demişti. Ben de öğrenmiştim. Meselâ, sözleşmenin bağıtlanması esnasında pürüz çıkaran haddini bilmez çakaloza sinirlenmişken, aklımdan, lisede edebiyat hocamın, ne olduğunu şimdi anımsamadığım bir şeye örnek verdiği "eşk-i çeşmim hasretinle hüngür hüngür ağloor / langanın bostan dolabı matem ile çağloor" beytini geçirerek gülümsemiştim, iş olumlu sonuçlanmıştı. Benimki çok prova edilmiş, öğrenilmiş bir gülümseme demiştim. Kendime söylemiştim bunu. Terapistimin huzurunda.
Terapistim o gün dertliymiş, iç sıkıntısıyla, bıkkın bıkkın bakmıştı öyle, sonra o da biraz durup, geçirdiğine emin olduğum duhûldaki diyalogdan sonra, ha öyle mi demişti. Masanın yanında, yerde hep gördüğüm, ama ne işe yaradığını bilemediğim beyaz, çinko bir çaydanlıkla pencerenin önündeki cılız bitkilere su dökmüştü azar azar, dikkatlice.