4.5/5
En son 1984’ü okurken bu kadar içim sıkılmıştı. Yanlış anlaşılmasın, bu hissim bence kitabın başarısını ortaya koyuyor.
Distopyalar beni rahatsız ediyor, özellikle de totaliter rejimleri konu alan distopyalar. E Damızlık Kızın Öyküsü de bir feminist distopya olduğu için, okurken beni -çarpı iki- rahatsız etti.
Kitabı okurken kendimi en ayrıcalıklı grubun -Komutanlar, Eşler, Marthalar, Gözler, Teyzeler, Damızlık Kızlar vs.- hangisi olduğunu sürekli karşılaştırmaya çalışırken buldum ama yoktu maalesef. Üstelik kitaptaki süre giden tedirginlik, renksizlik, “dehumanization” süreci beni çok rahatsız etti. Anlatının flashbacklerle bu olayların başladığı zamanları anımsaması, ilk zamanlardaki bilinmezlik, kaos, kadınların ekonomik özgürlüklerine son verilerek onların köleleştirilmesinin ilk adımları… Beni o kadar rahatsız etti ki. Hayatının bir erkeğe muhtaç kılınması ve bir “erkeğin” yoksa daha da kötü anılmak… Sanki sokak köpeğiymişim gibi…
Yazarın sadece olayları değil, mekanları ve dekorları anlatışı da çok başarılıydı. Her mekanı, her kıyafeti, her olayı gözümde etkili bir şekilde canlandırabildim. Kitabın sonundaki “konferans” da hoşuma gitti. Her ne kadar Damızlık Kızımızın öyküsü belirsiz bırakılsa da, dönemi dolayısıyla da kitabı toparlayıcı nitelikte olmuş.
Cesur Yeni Dünya, 1984, Fahrenheit 451 gibi kitapları seviyorsanız mutlaka okuyun. Sevmiyorsanız da bir şans verin. Bu kadar özgün bir feminist distopya kolay bulunmuyor çünkü.