Maruz bırakılıyor olsanız da bu karanlığa mahkum değilsiniz. Kara bulutların arasında, betonun yüzeyindeki küçücük çatlakta, gözlerimize inen perdelerin dikişlerinde duvar örenlerin kapatamayacağı bir açıklık var. Oraya bakın, orayı sorun.
Günaydın. Kabullenemediğimiz hakikatler ömrümüzü tüketiyor. Değer mi? Afşin Kum, Sıcak Kafa'da şöyle diyor: "Çöl yağmuru özlemez, çöldür o çünkü. Bunu anlasan bile yeterli." Çölün yağmuru düşlediği kocaman bir kuruntudur sevgili okur. Olanı olduğu gibi kabul etmeli yahut gitmeli.
Distopyalar neden hep New York ta Londra’da geçer? Uzaylılar Manhattan’dan başka memleket bilmiyorlar mı ki hep orayı işgal ediyorlar? Salgın çıkıyorsa hep Avrupa ve Amerikalılar mı zarar görür?
Bu ve benzeri Hollywood zırvalarına yeterince maruz kaldık bence. Filmi de çekilen
Sıcak Kafa adlı kitapta ve henüz keşfedilmediği için beyaz perdeden şu an çok uzak olan
Yaşamak Ölmektir de olabileceği gibi ütopya veya distopyalar bu coğrafyada olabilir.
Esasen de hep bu coğrafyada olur aslında ama batı kültürünün aşırı pompalanması bize hep tersini söyler. Uyanık olursak ütopyamıza da distopyamıza da sahip çıkabiliriz.
Yarın yokmuş gibi yaşadığımız hayatlarımız, ipotekli evlerimiz, kredi kartı borçlarımızdı derdimiz. Kiminin verimsiz ekini, kiminin hep yanlış gelen kahve siparişi.. sonra anladık ki bi anda öylece yıkılabiliyormuş gerçekliğimiz. Salgın, bildiğimiz sandığımız her şeyi sınadı bir sürü soru sorduttu bize, insan nedir, bilinç nedir? Böbürlendiğimiz pekçok şeyi yitirince geriye sadece birbirimizle olan bağımız kalıyormuş. Yok diyenlere inat hala umut var.
İnsan hayatında ihtimaller müthiş yer kaplıyor.
Tuhaf.
Afşin Kum, "Neden insan, küçük bir olasılığı, sırf gerçekleşmesini çok istediği için olduğundan büyük görüyor?" diye soruyor. Belki de umut sözcüğünün en acımasız tanımını sorunun cevabında gizliyor.
Kim bilir...
Yine de, bu güzel güne bir kitap ve kahveyle eşlik edelim