Sırça Köşk, Sabahattin Ali'nin birbirinden güzel, anlamlı, yer yer manidar öykülerinin yer aldığı muhteşem eseridir. Yazarın daha çok kendi hayatından esinlendiği, bazen de tamamen kendi anılarını anlattığı öyküleri ve yönetime, düzene gönderme yaptığı başkaldırı niteliğindeki masallarından oluşan kitapta, Sabahattin Ali adeta tüm çıplaklığı ve gerçekliğiyle okura kendini gösteriyor. Belirtmeliyim ki öyküleri ve özellikle masalları ise oldukça manidar.
Benim en beğendiğim, açıkçası sonunda ağlatan Cankurtaran adlı öyküsünde yazar, kaderine boyun eğmiş bir kadının hikayesini anlatıyor: Bir akşam üzeri Anadolu köylerinden birindeki küçücük bir kulübeden canhıraş çığlıklar yükselmektedir. Doğumunu bir türlü gerçekleştiremeyen Asiye, ikindiden beri deyim yerindeyse ölümden beter doğum sancıları çekmektedir. Köyün ebesi bir çare bulamamış, komşu köyün ebesini de çağırtmıştır. Asiye'nin kocası İbrahim ise, çaresizliğin verdiği ağırbaşlılıkla, evin kapısı önüne çökmüş, bir haber beklemektedir. Komşu köyün ebesi içeri girdiğinden belli ise kızın çığlıkları iyice artmıştır. Sonunda iki ebe birden dışarı çıkar ve İbrahim'e doğumu gerçekleştiremediklerini, kızı şehire götürmesi gerektiğini, yoksa bebeğin de anasının da öleceğini söylerler. İbrahim de çaresiz öküz arabasının arkasına attığı döşek ve yorganın üstüne gencecik karısını da koyar ve yollara düşer. Sabaha karşı hastaneye vardığında ise ümidi iyice kırılmıştır. Çünkü alanı olmadığı halde birçok ameliyat yaptığı için daha önceden şehirdeki özel muayenehanenin sahibi, Doktor Mutena Cankurtaran tarafından şikayet edildiğinden, ameliyat yapamayacağını söyler. Ne kadar yalvarıp yakarsa, oraya verecek parası olmadığını söylese de, doktoru ikna edemez. Bunun üzerine Asiye'yi aldığı gibi Mutena Cankurtaran'a götürür. Fakat bu doktor da çok para istemektedir. Doktorla bir kağıt imzalayarak Asiye'yi hemen ameliyata almalarını, öküzlerden birini satıp döneceğini söyler.
Döndüğünde bebeğinin öldüğünü, karısının ise iyi olduğunu öğrenir. Fakat doktor ölü bebeği çıkardığı için de ayrıca para istemektedir. İbrahim diğer öküzü, arabayı ve hatta içindeki yatak yorganı da satar ama parayı denkleştiremez. Nitekim Doktor Mutena Cankurtaran da Asiye'yi İbrahim'e vermez. Asiye hasta haliyle muayenehanede çalışmaya, geceleri ise pis bir döşekte yerde yatmaya başlar. İbrahim sürekli gidip gelmekte, karısını almak için elinden geleni yapmaktadır. Fakat doktor nuh der peygamber demez. Sonunda bir gün canına tak eden İbrahim doktorun karşısına çıkar ve Asiye'nin hayrını görmesini, köyde başka kadın mı olmadığını söyler. Sinirle kapıyı çeker ve çıkıp gider. O sırada doktorun kapısına sinmiş ağlayan Asiye'yi görmemiştir bile. Asiye, gece yarısı ağlayarak hastaneden kaçar ve yalınayak köyün uzun yolunu tutar. Bir yandan ağlayıp, bir yandan İbrahim'in sözlerini tekrar etmektedir: "Bana köyde karı yok, a!" Bu sırada açılan yarasından oluk oluk kan akmaktadır. Sabaha karşı köylüler onu bulduğunda, çoktan ölmüştür.
Sabahattin Ali'nin üstün öykü yeteneğini bir kez daha kanıtladığı kitabında, okuyucuya Anadolu'nun kapılarını açıyor.