Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.7
Çiğdem
Çiğdem
@kitap_istanbul34
Türk Dili ve Edebiyatı
Lisans
31 okur puanı
Ocak 2021 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Okuma Hedefleri
Nermin Yıldırım'ın ikinci kitabı ve benim de okuduğum ikinci kitabı, külliyatı tam olunca elimde sırayla okumak güzel olacak diye düşündüm.Son on sayfasını okurken ah dedim ne oldu şimdi, tutup hangi karakterin omzuna değip teselli etsem dedim..
İspanyol Polar,Barselona'da eşi Eyüp ile birlikte yaşamaktadır.Eyüp bir gün ansızın ortadan kaybolur,Pilar kocasının İstanbul'a gittiğini kayıp başvurusu yaptığında öğrenir.Pilar da,eşinin hiç tanımadığı ailesinin yanına İstanbul'a giderek Eyüp' ü bulmak için onlardan yardım ister.Elinde ise hiçbir iz,işaret yoktur Eyüp'ün rüya günlüğü haricinde.Eyüp 'Rüyalar Anlatılmaz' denilen bir evde büyümüştür.Yıllardır rüya sandığı yükün onu nasıl da ailesinden kopardığı,bambaşka bir ülkede bile aslında içten içe huzursuz olduğu bir hayat..
Pilar, Eyüp,ablası Müesser,abisi Veysel,yengesi Perihan ve yeğeni Bülent..Kitapta genel olarak herkese ayrı yazık olmuş dedim,herkesin hikayesi kendi dilinden ayrı anlatılması bence çok güzel olmuş.Birbirlerini iç sesleriyle sorgulamaları, öfkeleri, yaşanmışlıkları,suskunlukları...Sonu ah öyle bir ters köşe ki hiç ummadığı bir karakterden vuruyor insanı..Betimlemesi,kurgusu ile harika bir kitap..
Louis Marie Julien Viaud, namı diğer Pierre Loti, 1876 senesinde Fransız savaş gemisiyle görevli subay olarak, ilk kez Selanik'e ve sonradan da İstanbul'a gelir. Osmanlı-Rus Savaşı'nı kapsayan yoğun siyasal atmosferin içerisinde Pierre Loti tam bir Türk gibidir, Türklüğü ve İstanbul'u çok sever.Adeta Osmanlı dünyasına kendini adayarak kendi hayatından kurguladığı bu güzel eseri yazıyor.Aziyade,1876-77 arası, İstanbul'da bir İngiliz deniz subayının, bir haremde olan Çerkez güzeli Aziyade ile gizli aşklarını konu Müslüman,Musevi, Hristiyan kültürüyle kozmopolit Osmanlı toplumuna ayna tutuyor..
Herkese merhabalar, sayfamı takip edenler bilir,genelde polisiye,fantastik,gerilim,distopik eserler pek okuyamıyorum ama son günlerde değerli bookstagram sayfalarında bu tarz kitapları görüp,tavsiyeleri üzerine okumaya karar verdiğim doğrudur
#kurucununkızı dün akşam başlayıp iki saat sonra bitirdiğim ve -iyiki serinin ikinci kitabı mevcut-
beğendiğim bir distopik eser oldu..Kitap için romantik distopik de denilebilir, romantizim daha ön planda çünkü. Akıcı ve kolay okunabilir olduğu için sıkılmadan okuyabildim.
Bir savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri büyük ölçüde yok edilmiş,sadece küçük bir grup hayatta kalmış.Geride kalanların yönetimi için iki aile (Westfall ve Lattimer) arasında çıkan savaşı Westfaaller kayberder.Beş yıl sonra yapılan barışın devamı ise her yıl törenle iki aile arasında gençlerin evlendirilmesine bağlıdır. Kahramanımız İvy Westfall,görevi Başkan'ın oğlu Bishop Lattimer ile evlenip onu öldürmek.. Kitap kendini bir çırpıda okutuyor, benim gibi siz de değişik tarzlara şans vermek istiyorsanız doğru baslangıç...
Okur Takip Önerileri
Thomas Mann,yirminci yüzyılın en büyük 'Alman' yazarlarından biridir.İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi rejimine karşı duruşu,çok ağır bedel ödemesine neden olmuş.Venedik'te Ölüm, Thomas Mann'ı ilk kez okuyacaklar için betimlemeleriyle ağır gelebilir.Dayanıp sonuna kadar okunduğu zaman ise bambaşka bir yazar tanımış olursunuz..Kitabın teması Aşk ve Ölüm..O kadar ustalıkla işlenmiş bir tema ki hayran kalmamak mümkün değil.Mitolojik motifleri adeta ilmek ilmek edebiyata uyarlamış,irade dışında gelişen olağanüstü bir aşka düşürüvermiş.
Aylin,yetimhanede büyüyen kimsesiz bir üniversite öğrencisidir ve Oğuz, Sağlık ailesinin tek varisi,biricik evlatlarıdır.Aylin'in ve özel bir hastane sahiplerinin tek varis oğulları Oğuz ile hiç bağlantısı olmamasına rağmen gerilim,gizem ve dramla iç içe kesişen hayatlarını bir çırpıda okuyabiliyorsunuz.Başta Aylin'e çok üzüldüm,yaşadıkları benim onun hayatını bir çırpıda okumam gibi hiç de kolay değil ve iyiki Aylin değilim dedim. En çok da Aylin'e üzüldüm.Ama bir anne olarak Aylin'in bebeğini karnında hissettiği ilk an yaşadıklarını adeta yüreğimde yeniden yaşadım ve Aylin'in kararına saygı duydum.
Yalnızlığı,çaresizliği,vicdanı,sessizce kabullenişi,ilk heyecanlarını yaşayamayışı bana çok dokundu.Aylin'in hikayesi bir nefeste sarıyor sizi,sıradışı bir taşıyıcı annelik hikayesi okumak isterseniz O'nun Bebeği doğru tercih
Naass,Akatan'ın kabile reisidir.Babasi ve atalarından gelen kanlı nefret mirasının artık sona ermesi gerektiğine inanarak atalarının yaptığı hataları çocuklarına geçmemesi için düşman kabilenin son üyesi Unga ile evlenmeye karar verir.Naass ve Unga' nın düğün günü denizden çıkıp gelen sarı saçlı beyaz bir adam Unga'yı sırtına vurduğu gibi gisine atlayıp kaçırır.Naass eşini bulmak için zorlu bir yolculuğa çıkar.Ve Unga ile hangi şartlarda karşılaşır,kavuşurlar mı tabiki cevaplar bu güzel hikayede..Kitap ilk 19 sayfa olarak tamamen bağımsız gibi olsa da bu sayfaları okurken aşırı derece sıkılsanız da kesinlikle bırakmayın,çünkü tadı damağınızda kalacak bir Jack London eseri sizi bekliyor.Hatta bir çırpıda okuyun bu sayfaları kitap bitince başa dönüp hikayeyi bilerek tekrar okuyun derim ben acizane...
Rüzgarın Şarkısını Dinle,Murakami'nin yirmili yaşlarında yazdığı,çevrilmesine yıllar sonra izin verdiği ilk romanı,novellası..Açıkçası daha önce okuduğum İmkansızın Şarkısı,Sputnik Sevgilim kadar Murakami tadı alamadım, çarpıcı bir konu yok çünkü.Bugüne kadar hiç Murakami okumadıysanız başlangıç kitabı olarak seçmeyin derim.Yazarın kaleminin nasıl geliştiğini gözlemlemek adına ortalarda ya da sonlarda okumak doğru tercih olacaktır.
Rüzgarın Şarkısını Dinle'de beni en çok etkileyen yazarın 2014'te yazdığı sunuş kısmıyla son 10 sayfa oldu.Murakami nasıl roman yazmaya karar verdiğini,ilk ve ikinci romanlarını yazarken yaşadığı şartları,mucizesini anlatıyor ki tam bir yazar-okur sohbeti..Japon Edebiyatını çok seviyorum ve Murakami de kendi tarzını, özgünlüğünü yıllar içinde kazanmış oldukça başarılı bir yazar...
Murıel Barbery, yazarlık ve felsefi profesörlük yapan Fas'lı bir yazar..Kirpinin Zarafeti ise benim tam anlamıyla keyif aldığım okumaktan son derece memnun olduğum bir kitap.. İçerisinde çok fazla felsefi konuşmalar olsa da insanı mest eden,mutlu eden bir sohbet havası var.Yazar günümüzde halen Japonya'da yaşamaktadır.Zaten kitaptaki en önemli karakterlerden biri Japon.. Bu kitap,Fransa'da otuz hafta boyunca en çok okunanlar listesinde birinci sırada yer almış..On üçüncü yaş gününde intihar etmeyi düşünün son derece üstün zekalı bir kız Paloma ile elli dört yaşında yirmi yedi yıldır oldukça lüks sekiz dairelik bir apartmanda kapıcılık yapan Renée'nin hayatlarının kesişen noktalarını ele alıyor.Tabi bunu gerçekleştiren apartmana yeni taşınan Ozu adında Japon bir beyfendi..Renée, herkesin hakkında ilk izlenimi kapıcı sıfatı olsa da kendini geliştiren okumaya özellikle Rus edebiyatına düşkün, Tolstoy'a hayran bir kadın..Kapıcı dairesinde sürekli kütüphaneden aldığı kitaplarını okuyarak edebi zenginliğe ulaşmış..Paloma ise zengin ailesinin yanında yapayalnız,mutsuz ama bambaşka zeka yeteneğine sahip küçük bir kız..Ve ikisinde farklı olanı gören,ışıklarını hisseden,göze çarpmayan güzelliklerini yücelten Japon, Ozu... Sınıflar ötesi bir dostluk üçgeni... Sonu hayalimden bambaşka olsa da iyiki okumuşum, iyiki tanımışım,kesinlikle tavsiyemdir..
Jane Austen'ın yayımlanan ilk romanı Akıl ve Tutku... İlk yazdığı kitap ise Northanger Manastırı.. Buradaki kahramanlarımız; Elinor aklı, Marianne tutkuyu temsil ediyor.Biri on dokuz, diğeri on yedi yaşında.Farklı karakterde iki kız kardeşin aşk deneyimlerini,nasıl farklı yaşadıkları,neler çektikleri en doğrusu da nasıl çektirdikleri...Romanın hareketi, enerji ; ağırlığı ise düşünce..Ben Jane Austen en çok da ahlakçı yönünü sevdim..Hep bir doğruyu göstermek gibi bir çabası var.Ve tabi sayfalarda gizlenen ikincil sonuçlar bir anda göz kırpmaya başlayınca sık sık mahcup oluveriyor,okur..Sırada okunacak daha çok Jane Austen var...İngiliz aile yapısını merak edenler için tavsiyedir, Gurur Ve Önyargı'dan önce okuyun derim acizane..
Mahzen,bir Nobel hikayesi..Bir çırpıda soluksuz okuyabileceğiniz bir yanda aile,dostluk,fedakarlık.. diğer yanda ihanet, entrika.. Kahramanlarımız; Faruk, Seçil,İsmail,Yeliz,Sinan, Cüneyt, Ayça...Faruk ve İsmail çok yakın arkadaş,dost olan iki profesör.Geçmişteki bir sır aralarındaki gizli planların habercisi..Faruk, genetik bozuklukları onarma başarısını gösteren ve bu başarısıyla Nobel Ödülünü alan bir profesör.İsmail ise gizli planlarıyla şizofreniye kalıcı bir ilaç bulmak için yasa dışı işleri olan bir profesör..İsmail Nobel'i en yakın arkadaşının almasına sevinir ama içinde büyüttüğü hırs, kıskançlık, düşmanlıkla bambaşka planlar kurduğunu zannederken planın içinde kalmış olur.Tamda çözdüm planı derken,aslında yepyeni bir boyut kazanıyor konu,sayfalar akıp gidiyor..Ve finaldeki cümle,hiç beklemediğiniz bir ses olunca bu sefer okuyucunun hayaline bırakıyor planı.. Beğenerek,keyifle okudum.İkinci kitap için meraktayım..
Aziz Bey burnu dik, ukala bir tamburidir. Boşa geçmiş hayatın melodisini aşk üzerine kurmuş, sevmiş, yanılmış, yaralanmış...Aziz Bey ,yer yer Raif Efendi'yi anımsattı bana..Böyle ustalıkla işlenmiş bir tema Sabahattin Ali'nin kalemiyle nasıl bir Raif Efendi olurdu diye düşünmeden edemedim...Aziz Bey'e üzüldüm,kızdım, acıdım ama sevdiğim yerler de oldu kitabı okudukça.. Aşk diye bir yanılgıya düşüp hayatını nasıl hüzünlü, öylesine yaşadığını görmeye de tahammül edemedim...Ayfer Tunç'u ikinci kez okudum ama diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım.
Selçuk Baran'ın ilk öykü kitabı, Haziran...ve benim de ilk tanışıklığım..bana göre günümüz okuru tarafından çok da keşfedilmemiş,mutlaka daha fazlasını hakediyor.. yalnızlık ve ümitsizlik dolu öykülerine şiirsel bir hava yansıtması başarılı..Kendi yaşamında da pek mutlu olduğu söylenemez..21 öykü var kitapta, karakterlerin aynı dili konuştuğu şüphesiz; mutsuzluklar,sevinçler,bekleyişler, umutsuzluklar.. Hayatlar, birbirine benzese de insanı başka bir açıdan ele alıyor.Mevsimler, yağmur, saksılarda yetişen çiçekler, içilen çaylar, gökyüzü,yer ve deniz...okurken sizi karakterlerin ruhsal yolculuğuna çıkartıyor..
1973’te Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü alan Haziran, okunmayı bekliyor..
Ömür iklim Demir ilk kitabı ve kalemiyle ilk tanışmamız.. Sonrası, ne yazarsa okurum.Adıyla çağırdı ilk,adının geçtiği koridorda durakladığım an gördüğüm aynadaki kapak resmi sonra...Tavan arası eşyalar, yaşanmışlık,çocukluk velhasıl geçmiş..
Bitti...Çok isterdim bu hikayenin bitmemiş olmasını,ve direndim de bitmesin diye.. Bazen evin bir odasını silip,hemen kaçtım Suzan'a odanın kurumasını beraber bekleyip halısını ikimiz serdik bazen yemeği taşırıp ocağı beraber temizledik... İnsan günlük yazarken dahi kendine dürüst olamıyormuş aslında.
Şubat ayı içerisinde okuduğum salgın dönemini anlatan ikinci kitap,Veba..Albert Camus'u ilk kez okudum ve bir solukta okunan yazarlardan olmadığını daha ilk sayfadan anlayabildim.Derinlik,dikkat isteyen sayfalar boyunca salgının sadece adının değiştiğini farketmek üzdü beni.. Salgın hastalıklar,dünyanın en eğir imtihanı olmuş hep.Toplumsal vaka, sosyal, ekonomik sebep sonuçlar hep aynı nüksetmiş tek fark bizdeki teknolojik imkanlarımızın çeşitliliği.. Şuanki dönemi anlamak ve sonu öngörmek adına mükemmel bir kitap.Veba,her bir cümlesiyle,her olay ve karakterde yansıttığı farklı bir dokuya sahip.
Olay,194..'de Cezayir'in bir Fransız ili olan Oran'da yaşanıyor.Salgın duyulup yayılmasıyla kentin kapıları bir anda kapanıyor..Ayrı düşen insanlar, sevenler, sevilenler... Şehirde ilk fare ölümleriyle başlıyor herşey.Doktorumuz Bernard Rieux anlıyor Veba olduğunu,ve Rahip Panelouux ise salgının dini sebep sonuçlarından dem vuruyor hep..Birlikte mücadele eden karakterler...Giderek artan yiyecek sıkıntısı, spekülasyonlar...En acısı da insanların bir yerden sonra vebayla gelen ölümlere duyarsızlaşması..Camus'un da demek istediği tam olarak bu asıl Veba, insanoğlunun hissizleşip duyarsız kalması
Stevenson'un Olalla'sı Çevirmen Celal Üster'in önsözünde belirttiği üzere gotik tarzda bir eser. Gotik, ortaçağa özenen, gizem ve korku havasının ağır bastığı bir tür.Ama bana pek öyle olmadı yani korku ve kapaktanda anlaşıldığı gibi çok da vampir bir hava bulamadım. Yarımada Savaş'ı sırasında İspanyolların yanında saf tutup yaralanan genç bir İskoç subayın başından geçen yabansı denilebilecek bir hikaye..Doktor tavsiye ile hava değişimi için soylu ama yoksul bir ailenin konağına yerleşir. Tuhaf bir anne, oğul ve Olalla..Sonu ise hayal gücüme emanet..
Öz Büyücüsü,Amerikan Edebiyatının ilk masal örneğidir.1900 yılında yayınlanmış ve iki sene sonra müzikal olarak sahnelenmiş. Romanın büyük bir ilgi görmesi üzerine Baum, hayatı boyunca on üç Oz kitabı daha yazmış.1939 yılında ise filme uyarlanmış.Toplamda on dört kitaptan oluşmaktadır.
Dorothy teyzesi,eniştesi ve köpeği Toto ile Kansas'da yaşamaktadır.Birgün bir hortum olur ve Dorothy ile köpeği hortum sonucunda bilmedikleri bir diyara gelirler.Bu diyarda bilmediği canlılar ve büyücülerle karşılaşır. Bu büyücülerin bazısı iyi bazısı kötüdür. Dorothy kendi evine dönmek ister ve bu sebeple Oz' u bulmak için yola çıkar. Yolda karşısına önce beyin isteyen Korkuluk sonra kalp isteyen Teneke Adam ve en son da cesaret isteyen Aslan çıkar. Bu dört maceracının başından geçen olaylar alegorik bir üslupla anlatılır kitapta.İçinizdeki çocuğa masal okumak isterseniz buyrun Öz diyarına yolculuğa hazırsınız...
Zweig olunca bir yerden sonra konuyu beğenmeseniz de kitabı bitirmiş oluyorsunuz.Kitabımız iki öyküden oluşuyor.Birinci hikayedeki tahliller klasik Zweig sayfalarında olduğu gibi mükemmel..İkinci öyküde ise betimlemeler oldukça başarılı..En çok birinci hikayeyi sevdim. Zanaatın ne olduğunu merak edip öğrendiğim andaki şaşkınlığım,kahramanımızın şaşkınlığına eş değerdi doğrusu..Keyifli okumalar...
Kahramanımız,Profesör James Howard.. Smith,Tavsandudak,Edwin ve Hu-Hu ise Profesör'ün torunları.Jack London Kızıl Veba kitabını 1912 yılında İngiltere'de London Magazine'de yayınlar ve Kızıl Veba kitabıyla "kıyamet sonrası" edebiyatının öncüleri arasına girer.
Dünya var olanı beri salgın hastalıklar hiç eksik olmamış.Sayfa 21'de "İnsanların sayıları artıp büyük şehir ve uygarlıklar toplu halde yaşamaya başlayınca yeni hastalıklar çıkmaya insanların vücutlarına yeni tür mikroplar girmeye başlamış." Diyor yazar müthiş bir öngörü ile.. Kızıl Veba da bunlardan biri.İnsan nüfusunu bir anda yok ederek hızla yayılmış bulaşıcı hastalık.Profesör Smith bu vebadan kurtulmayı başaran biri ve salgından 60 yıl sonra torunlarına salgının nasıl başladığını ve süreci anlatıyor.Psikolojik tahliller, salgının öncesi ve sonrasını müthiş yansıtıyor.Tam da günümüzle aynı kaderde..Eğer okumadıysanız tavsiye edilir efendim..
Türkçede ilk kez KırmızıKedi Yayınevi'nde Ülker İnce çevirisiyle yayımlanan Dönüş, yıllar sonra ülkesine dönerek Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin başına geçen Manguel’in kendi geri dönülmez eşiğine de dönüş bir bakıma.Yazarın olduğum ilk kitabı.'Ayrıntılara Aşık Adam' bir sonraki okumam..
Dönüş'ün kahramanı, Fabris..Gerçekle hayal arasında gidip gelen bir yol,kurgusuyla size ters köşe yapıyor..Hayal gücünden gerçeğin çizgisine geçerken tuhaf tersliklere ayna tutması..
Kitabı okumadan yazar hakkında biraz bilgi sahibi olmada yarar var derim,huzurla okumanız dileğiyle..
Kitapta ana karakterimiz Pervin'in günlüğünü okuyoruz.İzmir'de doğup büyümüş bir genç kız olan Pervin, duyduğu ve bildiği kadarıyla hep İstanbul'u görme hayaliyle yaşar.Hayatını paylaşıp,tamamlayacak birini ancak İstanbul gibi elit bir semtte bulabileceğini düşünür.Babasına yaptığı uzun ısrarlar sonucu babasıyla arasının pek de iyi olmayan amcasının yanına İstanbul'a gider.Ancak yaşadıkları pek de ummuduğu gibi olmaz.Kitapta kadınlara bakış açısı, evlilikler, herkesin paraya olan tamahı çerçevesinde yazarın görüşlerini net bir biçimde anlayabiliyoruz.Pervin,ne istediğini yerinde ve zamanında bilen oldukça güçlü bir karakter.Yaşadığı dönem ve toplumun değerleri,kadın-erkek yaklaşımı düşünüldüğünde son derece iyi bir gözlem. Ayrıca kişiler,psikolojik tahliller Türk Edebiyatımızda da Zweigler var dedirtecek kadar mükemmel..Sonunda Pervin'i bekleyen sona şaşırmadım değil.
Tonıo Kröger,yazarın 1900'lu yıllarda 25 yaşındayken yazdığı otobiyografik özellikler taşıyan uzun öyküsüdür. Kahramanımız Tonıo,Kuzey Alman burjuva baba Konsül Kröger ve Güney Amerikalı sanata düşkün bir annenin çocuğudur.Kendini her zaman burjuva ve sanat arasında parçalanmış hissetmesi de bu ikili mirastan kaynaklanmaktadır."iki dünya arasındayım,her ikisinde de rahat edemiyorum,bu yüzde işim zor."(sayfa 86.) Çocukluk arkadaşı Hans Hansen ve sevdiği İngeborg Holm ile başlayan satırlar çok güzeldi. Sonraki bölümler Tonıo'nun sanata yönelişi ve ruhsal yolculukları.. Tonıo ve ressam dostu Lisabeta'nın edebiyat üzerine yaptıkları sohbet bölümü ise yazarın edebiyata dair düşüncelerine ayna tutmakta..
Yazarı tanımada en doğru eserlerinden biri..
İsmi belirsiz bir Güney Amerika ülkesi ve yine ismi belirsiz bir kasaba.Birgün kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından kasaba ahalisi derin uykularındayken,evlere kimi yakıştırmalar asılır. Bu yakıştırmalar fitne, dedikodu doludur.Yağışlı, kasvetli bir sonbahar günü, bu nedenle César Montero, Papaz'ı öldürür.Kitap boyunca bu yakıştırmaları kimin astığı,neden yaptığı söylenmez, dahası başkan tarafından bulunamaz. Bulunması için sokağa çıkma yasağı uygulanır, devriyeler gezer. Başkan, Peder Angel, Dr.Giraldo,Yargıç Arcadio ve diğerleri..188 sayfalık bir kitap ama kitaba ağır gelecek kadar da karakter var.Sonu ise sürprizli..
Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor üç tane dini hikayeden oluşuyor. Kitaba ismini veren ilk hikaye insanoğluna öfkelenen Tanrı’dan onları affetmesini isteyen Rahel’in hikayesi.. Rahel’in merhamet ve sevgi dolu öyküsü Zweig'in kendi üslubuyla ulaşıyor bizlere.İkinci öykü olan Üçüncü Güvercinin Hikayesi Nuh Tufanı’ndan esinlenmiş.Üçüncü öykü, Ölümsüz Kardeşin Gözleri kitaptaki en uzun benim ise en beğendiğim öyküydü. Bu öyküde bir Hint efsanesinden esinlenmiş. Virata,bir savaşçı.. Yanlışlıkla bir savaşta ağabeyini öldürür. Ölen ağabeyinin gözlerinden çok etkilenen Virata onun kendisini her yerde izlediğini düşünmeye başlar. Virata doğru yolu bulmaya çalışır, insanlardan uzakta, günahlarından arınmış bir şekilde yaşamak ister ama bunun için çabalasa da hayatı planladığı gibi sürmez.
