Türkiye’nin Maarif Davası adlı kitapta Nurettin Topçu; beklenen gençliğin, millet maarifinin ne olduğunu, maarif davasını eğitimin nasıl gelişeceğini okurlarına anlatmaya çalışmıştır. Nurettin Topçu’nun eski eğitim sistemi ile yeni eğitim sistemini kıyasladığı görülmektedir. Şöyle ki eserinde de bahsettiği gibi medreselerin kaldırılması olayının yanlış olduğu onun yerini almaya çalışan mekteplerin bunu başaramadığını savunmuştur. Bir bakıma bu görüş doğrudur. Eğitim sisteminin öğretmekten daha çok ezberletmeye yönelik olması Nurettin Topçu’nun medreselere verdiği değeri onaylatmaktadır.
1950-60 yılları arasında yazmış olduğu makalelerden derlenen bu eseri eğitim sistemindeki yanlışları, hataları (öğrencilerin, öğretmenlerin, eğitimcilerin) tespit edilip çözümleri sunulduğu halde sonuçları değişmemiştir.
Eskiden hem eğitime hem de eğitim verene verilen saygı ve hürmet günümüzde yok denecek kadar azdır. Yazar bu sorunun kendi bilincimizi yaşamamamızdan kaynaklı olduğunu savunmuş ve ülkemize ait milli bir mektebin olması gerektiğini dile getirmiştir.
Kişinin kendi benliğini yaşatması yozlaşmayı engelleyecek en önemli faktördür. Şöyle ki kişinin gelişiminde önemli olan eğitim yozlaştığı zaman kişinin de yozlaştığı görülmektedir. Refaha ermenin temel taşı kişinin benliğini unutmayıp yaşatmasıdır şeklinde de yazarın görüşü savunulabilir.
Eğitim alanında yetkili kişilerin bu değerli eseri ve bu gibi değerli eserleri dikkate almasını okuyup anlayıp yaşatmaları gerektiğini düşünmekte ve önermekteyim.
Ancak iman ve iktidar ile kurulacak, milli birlik ise birbirine yabancı, idealsiz ve iradesiz unsurların gelişigüzel birleştirilmesiyle meydana gelmez. Onu meydana getirici cevher, yaratıcı maya, inanan ve imanın verdiği kuvvet ve cesaretle harekete geçenlerin eliyle tesir gücünü daima genişletmek suretiyle başarılacaktır. Evvela devlet kasalarından ellerini çeksin Menfaatler bir batakta boğulsun. Çeşitli yollarla halka para toplama yarışlarına son verilsin. O zaman birbirlerinin vatanseverliğine inananlar, inanmadıkları taraftan yürüyerek aralarında uçurum açacakları yerde, inandıkları ve anlaştıkları yollardan giderek birleşsinler. Bütün prensiplere karşılıklı hürmet edilsin. Kalpler ve hüsnüniyetler birleşsin; derdimiz ve davamız bir olsun. Yalnız şekillere ve tatbikata ait şahsi görüş ayrılıklarını göz önünde tutmayalım.
"Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin!" - ABD Dışişleri Bakanı, Rockefeller'ın Adamı
"İnsanların size güvenip dayanmalarının, size bağımlı olmalarının ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya bağımlı hale getirmek mükemmel bir
Necip Fazıl okumakta yoğunlaşanlar onun bir kaç eseriyle yetinmez tüm setini bitirmeyi kendilerine görev addederler.
Tabi ki doğal olarak her kitabı aynı kalitede olmaz müelliflerin.
Müellif diyorum, yazar demiyorum, çünkü bugünün Türkiyesinde eline kalem alan yazmaya adıyor kendini. Yazar işte bu kişi. Ortaya abuk subuk, maymunların dahi kitaptan
Atatürk'ün ölümsüzlüğüne o kadar inanılmıştı ki, ne yakın çevresi ne de devlet yetkilileri, nereye defnedileceği konusunu hiç konuşmamışlardı. Bu nedenle, Atatürk vefat edince nereye defnedileceği konusunda her kafadan bir ses çıktı. Tartışmalar sonucunda çoğunluk, milli mücadelenin merkezi olduğu için Ankara'yı önerdi. Ankara konusunda uzlaşıldı.
Milli görüş dışındaki diğer zihniyetler maneviyatçı değildir.Alın hepsinin programlarını okuyun, içerisinde maneviyat yoktur.Îçerisinde ahiret yoktur. Maneviyat olmadan ahiret saadeti olmaz. Bırak ahiret saadetini, dünya saadeti de olmaz. Neden bir insan şehit olacak, vatanı nasıl koruyacak? Şehitliği bana maneviyatsız anlatmak mümkün olur mu ? Maneviyatsız bir insan için Şehitlik, adeta budalalık sayılır o zaman.
Bizim hak merkezli medeniyetimiz, Batı'nın kuvvet merkezli medeniyetinden üstündür. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Mekke'yi fethetti, insanlara haklarını verdi. Müslümanlara en büyük zulümleri yapanları affetti. Bu ne muazzam bir derstir, bu ne muazzam bir örnektir.
Ohmae, 1995 yılında yazıyor kitabını. Dönem düşünüldüğünde küreselleşme olgusunun tarih sahnesine güçlü ve hızlı giriş yaptığı bir dönem gidebiliriz. Hatta küreselleşmeyi bir akarsu olarak düşünürsek neredeyse kaynağının olduğu yer/dönem oysa günümüzde küreselleşme kaynağından ilerledikçe gücünü kaybeden akarsular gibi menderesler çizmeye başladı. 2008 krizinde ilk kez ciddi olarak duvara tosladı...
Her ne kadar küreselleşme sürecine bakışım aşırı şüpheci olsa da Ohmae kendi temellendirmesini sağlam bir şekilde yapmış. Zıt bir görüş olsa da keyifle okudum. Küreselleşme getirisi ve götürüsü bakımından, topluma/kültüre/bireye göre farklılık göstermekte. Durum bu olunca biraz da kim olduğumuz (diğer konularda da olduğu gibi) küreselleşmeyle ilgili fikirlerimizi etkiliyor. Ohmae, ekonomik rekabetten bahsediyor ve bölge devlet dediği ekonomik alanların rekabet konusunda avantajlı olduğunu söylüyor, haksız da sayılmaz fakat milli kültür vb. konulara hiç değinmiyor. Dünya'da olası bir savaş durumunda bölge devletlerinin ne kadar dayanacağını merak etmiyor değilim!
Ekonomik alanlar/devletler üzerinden bir yeni dünya düzeninin planlandığını ve böylelikle ulus devletlerin direncinden kurtulacak emperyalistlerin neler yapabileceğini düşünmesem belki kanardım :)
youtube.com/watch?v=5OHxOId... kitaptaki fikir yapısının eleştirisi olarak bunu bırakayım
Ulus - Devletin sonuKenichi Ohmae · Türk Henkel Dergisi Yayınları · 19961 okunma
Türk milliyetçiliği hakkında bilgi veren kitabın, tarihte milliyetçilik nasıl başladı, dünya tarihinde milliyetçilik akımları nasıl oluştu ve yakın tarihte ülkemizde ki milli görüş hakkında bilgi veren kitap. Alpaslan Türkeş in verdiği mücadeleyi anlatan kitap, yakın tarih hakkında bilgisi olanlar için okunması şart değil..
Manalı bir dünyada mıyız? Tabiat ve insan toplumları önceden hazırlanmış bir hedefe doğru mu gidiyor? Varlıkların tekâmülünde cansızdan canlıya, şuursuzdan şuurluya, maddiden maneviye, geriden ileriye doğru yükseliş var mı?
Yoksa hedefsiz ve manasız bir dünya mıyız? Hiçbir sorumuza cevap vermeyen sağır tabiatın kör nizamı içinde rastgele mi
Koskocaman kitapta, milli görüş kimliği altında milliyetçilik ele alınıyor ama Mustafa Kemal Atatürk ve Silah arkadaşlarından tek kelime bahsedilmiyor. Kitapta sonuna kadar savunduğum noktalar var ama Türk'üm demeyi ırkçılık olarak gören bir zihniyetin çılgın savunucusu. Zannediyor ki sadece Türk'üm demek ırkçılık. Değil mi "Müslüman'ım" ırkçılık o çıkarıma göre ? Değil mi "islamcıyım" ırkçılık. Kendi milletine tabieti hitap etmeyi kabullenemeyenlerin perişan olacağına inanananlardanım. Rahmetlinin iyi hizmetleri kabrini nurlandırsın fakat bizim kanımızda sadece Yavuzun,Fatihin,Yunusun değil Atatürk,Attila,Bayezit,Süleyman Şah kanıda dolanır. Bunlar da dile gelmelidir.
Milli Görüş hareketinin başlangıç noktası olarak kabul edilen Gümüş Motor'u daha iyi anlayabilmek için, o zamanki Türkiye şartlarını ve halkın kendine güvensizliği sonucu kafalarında oluşan 'Biz bir şey üretemeyiz' düşüncesinin nasıl oluştuğunu görmek için ve inanan bir dava adamının yılmaz mücadelesine şahit olmak için okumak isterseniz elbette ki tavsiyemdir!