"Davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk'a uydurmaktır" diyen, davanın yürekleri kor ateşler gibi yaktığı ve parlattığı bir avuç genç vardı. Ve onlara öncülük eden Murat abileri. Gün oldu, akan zamanın durulmaz seli o gençleri de alıp götürdü; zamanın gergefinde kayboldular, unuttular davalarını...
Para, mal, mülk, itibar, hırs... Fâni dünyanın cezbedici sesi onları galebe çaldı... Öncesinde bu cezbediciliklerle birlikte 'dava adamı' olarak halen devam edebileceklerine inananlar vardı. Ama bu, değerlerden verilen onca tavizle mümkün olmayacaktı. Bir kere taviz verildi o davadan... Geriye dönmek zordu artık! İşte bunu şöyle izah ediyor Mustafa Kutlu: "Bir kere taviz verildi mi, asla çiğnenmemesi gereken unsurlar bir kere gözden çıkarıldı mı, kalbin aynası bir yerinden çizildi mi, kefareti büyük oluyor."
Murat abinin tek yürek, tek beden kalarak sırtlandığı o davada yeni talebelerinden İlhan, bu tavizlerin, dünya meşgalelerinin ve mevkinin davaya getireceği afetlerin farkında olan yegane insandı.
O da ya diğer gençler gibi inançlarının eskidiğini, yabancılaştığını ve tavizler vererek hayatla uyuştuğunu bildiği halde ya tahammül edecekti, ya da terk-i diyar eyleyip sefer edecekti...
Ama... Koca yürekli İlhan, bütün bunları bile bile ateşe ellerini dokunduramazdı. Bir kere dokununca bütün vucuduna ve en önemlisi kalbine sirayet edeceğini biliyordu... Bu yüzden tahammül edemedi, sefer eyledi...
Ne mutlu o dünyanın kirini kalbine, davasına, yoluna bulaştırmayanlara... Selam, muhabbet ve kitap ile kalın...