Türkiye’de gelecek ve geçmiş ne anlama geliyor? Gelecek; tasarlanan, kurgulanan, kendisinden bir şeyler beklenen ve geçmiş; yaşanmış, olmuş bitmiş ve artık hiçbir anlamı kalmamış bir zaman dilimi mi? Yani gelecek, bir biçimde etkin insanla birlikte biçimlenecek olan bir zaman dilimi mi, yoksa başa geldiğinde katlanılacak ve gereği neyse yapılacak bir olaylar silsilesinden mi ibaret? Aynı şekilde geçmiş, bizim, şimdiki zamanın insanlarının yaşamadığı ya da yaşasa bile anılarında yer tutmayan, birilerinin bize yaşattığı, yaşamak zorunda kaldığımız ve artık unutmak istediğimiz bir olaylar bütününden mi ibaret? Yoksa 1970-1980 arasında düşlerini sürekli geleceğe, devrim sonrası kurulacak bir sosyalist topluma erteleyen Türkiye, şimdi, geleceği ve geçmişi tümden gözden çıkarmış ve yalnızca şimdiki zamanını, elindekini koruyarak ve mutlaklaştırarak, kendi sahip olduklarını kimin aleyhine olduğunu ya da olacağını hiç umursamadan çoğaltmaya çalışarak şimdiki zamana mı tapınıyor? Öyle ki, 1980 öncesi en az yirmi yıllık süre boyunca, bu ülkenin şimdiki zamanını değiştirerek geleceğini etkilemeye çalışmış olan sol hareketlerin geride bir tek ütopik proje, ütopik perspektif bırakmaması bir yana, geleceğe ilişkin en küçük bir projeksiyonlarının bile bulunmamasının nedeni yalnızca bir rastlantı ya da askeri darbelerin bir buldozer gibi üstlerinden geçmiş olması mı? Yoksa, bu sol hareket geleceği adeta mistik ya da daha net bir anlatımla, dinsel bir biçimde başa gelecek bir şey olarak mı kavrıyordu ve geçmiş, bu hareket için, şimdiyi, bugünü kavrama biçimleri yetkinleştikçe yeniden keşfedilmesi gereken bir kıta olamadı mı?