Çoğu zaman yorgun argın bir şekilde işten çıkıyoruz. Gündelik hayatın koşuşturmacası bizi hırpalıyor. Kendimizi değersiz hissediyoruz. Değersiz hissinin yanında bir de başarısız ve yetersiz görmeye başladığımız zaman ne kadar enerjimiz varsa bitip tükeniyor. Artık tek istediğimiz bir an önce eve gidip yatağın içine girmek ve oradan çıkmamak oluyor. Yatağa yattığımız anda düşünceler üşüşmeye başlıyor zihnimize. Başarısız olduğumuzdan, hatalar yaptığımızdan ve beceriksizliğimizden, herkes hızla yol alırken bizim bir arpa boyu ilerleyemeyişimizden bahsedip duruyor. İyice büzülüyoruz. Gerçekten değersiz hissediyoruz. Hissetmekle kalmıyor buna inanıyoruz. Hoş geldin depresyon...
Bu durum bize bir yerden tanıdık geldi mi? Geldiyse şaşırmıyoruz çünkü depresyon artık grip kadar sıradan ve yaygın bir ruh hali. Hepimiz isteksiz, hepimiz düşük bir enerjiyle güne başlayıp günü bitiriyoruz. Kafamızda sürekli bizi eleştiren ve hiç susmayan sesler var. Onlara inanıyoruz. Mesela otobüsü mü kaçırdık. Bunu hep yaparız zaten çünkü beceriksizin biriyiz. Değersizin biriyiz biz. Bir şeyi hak etmiyoruz. Herkes ne güzel mutlu mutlu
İstila ne kadar keskin vurgulanıyorsa, istilaya uğrayanlar kendi kültürlerinin ruhuna ve kendilerine ne kadar çok yabancılaşırlarsa, istilacılara o kadar çok benzemek, onlar gibi yürümek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konuşmak isterler.
"Yüreğim paramparçaydı. Halkın suçu yüzünden kız kardeşler, anneler ve eşler acı çekiyordu. Tanrı olsaydım bu onursuz halk için kadınlar yaratmış olmaktan pişmanlık duyardım!"
.
.
.
Kedi Gezegeni mükemmel bir distopik roman örneği. Bu türü çok severim, ancak her distopik esere bayılmam, aralarında tekrar tekrar okurum dediklerim de
Bir kitaba hiç sıkı sıkı sarılmak istediniz mi?
Ben istedim… Meursault’a, onun katı umursamazlığına, yaşamı bütünüyle saçmalıktan ve sıradanlıktan ibaret görüşüne, basitliğine, hissizliğine, hislerine sarılmak istedim.
Hepimiz hayatlarımızı, toplumun normlarına ve değer yargılarına göre şekillendiriyoruz, aksine davranmamızın sonucu yine
On İki Hayvanlı Türk Takvimi'ne göre Yalpağan Yılı'nda olduğumuzun şerefine değerli arkadaşım Emre Bozkuş tarafından hazırlanan Fantastik Öykü ve Resim Seçkisine hoş geldiniz! Hazırladığı öykü ve resim seçkisine ad vermede yerli bir ad yerine Yerdeniz serisindeki yalpağanın adı seçerek Ursula Kroeber Le Guin'in eserlerine olan
Yeri gelmişken, özellikle sol tandanslı arkadaşların diline pelesenk olmuş bir şehir efsanesine de değinmek istiyorum.
Derler ki, kapitalizm bireyi yalnızlaştırıyor, atomize ediyor. Çünkü yalnızlaşmış birey kapitalizm için daha yağlı bir müşteridir; yalnızlık arttıkça satışlar da iki katına çıkar.
Ayrıca yalnızlaşmış birey toplumsal organizmadan koptuğu için, çevresindeki sosyal sorunlara karşı da duyarsızlaşır, tamamen kendi bencil çıkarlarıyla ilgilenir. Hiç de değil! Tam tersine, kapitalizmin en iyi müşterisi aile kurumudur. Kusura bakmayın ama, hiç kimse aile kadar tüketemez! Tanıdık sahneleri şöyle bir gözümüzün önüne getirelim; yalnız bireyler genelde daha sade yaşarlar ve tüketimleri makul düzeylerdedir. Asıl çılgınca tüketenler ailelerdir. Sosyal duyarsızlık konusu da aynı şekilde yalan! Tam tersine, evlilik kurumu kadar insanı içe kapatan, her şeyden koparan, kendi evi dışındaki her şeye karşı duyarsız hale getiren başka bir kurum yok. Yalnız yaşayan bireyler etkin bir şekilde sosyal hareketlere katılmakla kalmıyorlar, aynı zamanda kendi kişisel yaşamlarını renklendirmek için de her fırsatı değerlendiriyorlar. En hantal, en hareketsiz, yeniliğe ve farklılığa en kapalı olan yaşam ünitesi evlilik kurumunun ta kendisidir. Kaldı ki, yalnızlık sadece fiziksel bir durum mudur? Yalnız başına yaşayan ama çevresiyle çok güçlü bir etkileşim içinde olan bir birey mi, yoksa bir evliliğe saplanıp ne ileri ne geri gidebilen ikili mi yalnızdır?
"Birlikte ama yalnız" deyimi boşuna çıkmış olmasa gerek.
Perihan Mağden'in bu kitabını korkarak, ürpererek okudum. Kitabın diziye özel baskısının arka kapağında yazan cümledeki gibi: "Kırık bir kalbin romanı, aynı zamanda tekinsiz bir gerilim." O tekinsizlik yoğun ve başarılı bir şekilde nakşedilmiş.
Anne ile kızının kaçış hikayesi bu. Romanın adını herkes kendine göre yorumlayabilir.
Kuklalar Arasında ki Kör Dövüş
Kuklacı ile savaşan bir tek Mustafa Kemal Atatürk'ü tanıdı dünya ve insanlık.
Gerisi kuklacı lehine kuklalar arası dövüşten ibaret.
Kuklacı ile savaşalım diyen çok az olduğu için fırsat büyük.
Kuklalar iplerinin oynatıldığı kadar hareket edebilirler.
Kukla yaratanlar ve kukla oynatanlar farkını
(16 Haziran 2004)
Ayça okulunun kapısından koşarak çıkarken etrafına göz gezdirdi. Tanıdık hiçbir yüz görmemenin verdiği üzüntüyle omuzları çökmüştü. Bugün annesi de babası da onu okuldan almaya gelmemişlerdi.
Bu çok sık yaşanan bir durum değildi. Sadece annesinin ve babasının işi olduğu zamanlar olan bir durumdu. Babası muhtemelen daha işten
Kitabın bir yerinde Dr. Breuer kendine soruyor bu soruyu: Peki ben kimim?
Aslında birçok insanın dilinde dolaşan, sık sık gündeme gelen bazı sorular var: ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum? gibi.
Gerçekten cevap verebiliyor muyuz bu sorulara ya da verdiğimiz cevaplar bize ne kadar etki ediyor bilmiyorum. Mesela Dr. Breuer, birçok
#Schopenhauer
*Yazar
#Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihal olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve
Okuma alışkanlığıma dair bir öz eleştiri yapacak olsam, tiyatro oyunlarına pek yer vermemekle iyi ettiğimi söylerdim. Çünkü bu metinlerin anlaşılması istenilen noktalarına odaklanmaya çalışırken anlamdan fazlasıyla koptuğumu; kendimi yalnızca kelimeleri teker teker söylemekte efor sarf eden biri gibi görüyorum. Yakalayabildiğim kısımlar benimle
Bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarını ve tüm insanları en fazla devrimciler sevdi. KIZILDERE
Ancak davası uğruna yaşamını feda eden devrimcilerimiz, Türkiye’nin bütün sorunlarının kaynağının İslam olduğunu bilmiyorlardı. Yani sorunun kaynağını tam tespit edemediler. Bizim sorunumuz Amerika değildi. Bizim sorunumuz İslam’dı. Bu toprağın insanını
simdi, kitaba inceleme yazacak kadar bile hevesim kalmadi ama yazacagim.
ben bu kitaba hangi umutlarla basladim bilemezsiniz... en sevdigim klasik bile olabilir diye dusundugumu hatirliyorum ama yok. kotu bir kitap da oldugunu dusunmuyorum bu arada, ama kitabi okuyasimin kactigi her saniye kendimi her biraz daha okumaya zorladigimda kitaptan daha
》Ölüm... Adını duyunca hepimizin ürktüğü, hep bizden uzak olmasını istediğimiz o korkunç kelime, o korkunç hissiyat... Öleceğini bile bile yaşayan ve yaşamak zorunda olan yegane varlık olan insanın hiç gelmeyeceğini düşündüğü, ama sonunda onu bulacak olan en acı gerçeğimiz...
》Ölümle oyun oynanır mı? Oynayan olmuş mudur hiç? Mesela bir arabaya