Öncelikle arkadaşlar bu incelemeyi bir pedagog bir öğretmen veya bir eğitimci edasıyla yazmadığımı belirtmek isterim. Kaleme alırken bir sosyolog ve 20 yıl bu eğitim sisteminin içinde olan bir fert olarak kaleme aldım. Elimden geldiğince bilimselliğe girmemeye sadece kendi alanımın noktalarına değinmeye çalışacağım. Önce kitap hakkında sonrada
Cem Єren ın
kaçak dövüşüyorsun olmaz yorumunu davet bilip davete icabet etmek gerek diyerek bende etkinlik kapsamında okumuş oldum.
Her neyse sadede gelecek olursak
Hayatımızda benim başıma gelmez dediğimiz kaç şey geldi başımıza. Bazen bu cümleyi kurarak belayı kendimiz çağırdığımızı düşündüğüm olmuştur.
İşte böyle başlıyor hikaye
Gözlerinin önünde sevdiğin birinin her geçen gün biraz daha eridiğini görmek
Bunu görmek bu kadar acıyken ya bu acıyı yaşıyor olmak
Ve kaçınılmaz son ölüm
Yenemeyeceğin bir hastalığın olduğunu öğrensen ne yaparsın?
Her gün bu hastalık seni yiyip tüketirken
Böyle bir süreçte intihar güçsüzlük müdür?
Yoksa güçlülük müdür?
Sen beni yenemezsin asıl ben seni yendim mi?
Ve bazen gerçek bir şey hissetmek ister insan Özellikle öleceğini biliyorsa
Kimimiz tesadüf der buna kimimiz tevafuk
Sevgi sözcüğü ne kadar basitleşti demi anlamını yitirdi gerçek sevmek ne bilen kalmadı
Ben bana iyi geliyorsun derim
Bana iyi geleni severim çünkü
Çünkü sevmek mutluluk iyilik demek benim için
Bu kitapta da hayat ne kadar yaralasada birbirine iyi gelen iki kişinin hikayesi
Ayfer Tunç un bir kaç kitabını okudum ama beni en çok etkileyen bu kitabı oldu okuyun kalbinize dokunacak.
Tanrı öldü? İşte bu cümle ile felsefeye damgasını vuran
Friedrich Nietzsche bir Zerdüşt aracılığıyla ve şiirsel anlatımıyla bize üstinsan olmayı öğretiyor.
Nedir bu Üstinsan? Aslında
Friedrich Nietzsche sadece "üstinsan olun" deseydi bile bunu sorgulayan beyinler anlayabilir. Üstinsan yaratandır, bir şeyler üretendir. Yaratıcı olmak için içindeki yaratanı yani
Kitap insana dair bir tanıtım kılavuzu gibi. Yani aslında ben de bir insanım ama kendimi neden bu kadar iyi tanımıyorum. Kitapta öyle cümleler var ki bazılarının üzerine günlerce düşündüm.
Örneğin birine iyilik yaptığımızda mutluluğumuz artıyor. İyilik yaptığımız bir insan olmak zorunda bile değil. Mesela birinin poşeti yırtılır o an her şey yere
Bir çocuk düşünün. Daha el kadar. Ama erkeklerle oynaması yasak; babası erkeklerin onlara kötülük edeceğini düşünüyor. Otobüse binmesi yasak, herkesle iç içe olmazmış öyle, babası kızıyor. Yolda yürüyemezsin laf atarlarmış, baba koşturur vallahi. Pantolon mu ? Giyemezsin, yersin sopayı. Seninle birlikle annen de iki tokat yer. Kız çocuğusun
Ya öyle bir his yaşıyorum ki anlatılmaz cidden şarkı dinliyorum ama dinlemiyorum gibime geliyor, düşünüyorum ama sanki boşa düşünüyorum. Aşığım deliler gibi kısmı silinmiş, acı çekiyorum acıdan gelen ilhamlar varken yazma isteğim silinmiş, yazma isteğim varken ilhamım kaybolmuş. Tüm dünya bana tersten sanki her şey güzelmiş gibi geliyor.Tek tek
Video: youtu.be/XQZb96YFS3I
Diğer Mahir Ünsal Eriş İncelemeleri
1. Babil Kulesi Kitabı: youtu.be/b_FuYEMqJR0
2. Benim Adım Feridun: youtu.be/Z4H_p9E-fQE
Olduğu Kadar Güzeldik.
Mahir Ünsal Eriş'ten okudum 6. kitap.
Mahir Ünsal Eriş'i Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ile tanıdım. Daha sonra; Kara Yarısı ve
“Hiçbir baltaya sap olamıyorum, üstelik hiçbir baltaya sap olamadığımı kendi gözlerimle de görüyorum ama bir baltaya sap olmak için uğraşacağım!”
Onca alıntı arasından bunu başa koymak istedim, sebebi bilinmez çoğu şeyde olduğu gibi, şuan da bir sebebim yok. Fikir yürütürsek, sanırım kendime daha yakın hissettiğim ve de bu sözleri söyleyen Makar
Dostoyevski bir yakınını kaybetmiş ve acısını bastırmak için bu kitabı yazmış olsa gerek yoksa böyle absürt bir eser acıya tuz basmak gibi olur. Ben olsam öyle yapardım gerçi ben kim Dostoyevski kim öyle değil mi?
Yakın zamanda sevdiğim iki yakınımı kaybettim. Birinin cenazesine dahi gidemedim, uzaklardaydım. Evimde değildim, ancak birkaç hafta
Savaşlarımı tek başıma verdiğim, kendimi yapayalnız hissettiğim ve acı çektiğim zamanlarda tanıdım uzakların yakınlığını ve yakınlarımın bana uzaklığını. İşte o zamanlarda öğrendim, insanın yaslanması gereken kişinin önce kendisi olduğunu. Geriye ne kaldı derseniz, büyük yorgunluklar, affı mümkün olmayan kırgınlıklar ve “keşke hiç tanımasaydım” diye geçmişin tozlu raflarına bıraktığım insanlar kaldı. Şimdilerde geriye dönüp her baktığımda, hiç kimseye muhtaç olmamanın ve tek başıma ayakta durmanın huzurunu yaşıyorum. İnsanları tanımak için, önce onları zamana bırakmak gerekiyormuş. Bu gerçeği de, yeni yeni anlıyorum. Evet, adım çoğu zaman geçimsize, tavırlarım ise çekilmeze çıkıyor. Ama hiç kimse, bu hale nasıl geldiğimi, neden böyle davrandığımı anlamıyor. Herkes son sahneye bakıyor. Ne yaparsın ki hayat böyle. Hayaller ayrı, gerçekler ise ayrı dünyalarda yaşıyor. Adına olgunluk diyor, adına yalnızlık, yaşanmışlık diyor ve her şeye zamanla alışıyor.
Tatyana İvanovna'nın dediği gibi:
''Aman Tanrım, ne enfes bir roman!..''
Kitap çok akıcıydı. Dostoyevski'nin neden bu kadar iyi bir yazar olduğunu bu kitabında da anlıyorsunuz: Her iki sözden biri not etmelik.
Öncelikle söylemek istediğim Yegor İlyiç üzerine. Adam o kadar temiz, o kadar uysal ki anlatılmaz, yaşanır. O kadar mütevazı ki kendinden
bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
bir ışık daha var, bu ışıklardan başka.
hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye:
bir şey daha var bütün yaptıklarından başka
niceleri geldi , neler istediler,
sonunda dunyayi bırakip gittiler.
sen hic gitmeyecek gibisin, degil mi?
o gidenler de hep senin gibiydiler..
geçmis günü beyhude yere yâd etme,
bir
Savaşlarımı tek başıma verdiğim, kendimi yapayalnız hissettiğim ve acı çektiğim zamanlarda tanıdım uzakların yakınlığını ve yakınlarımın bana uzaklığını. İşte o zamanlarda öğrendim, insanın yaslanması gereken kişinin önce kendisi olduğunu. Geriye ne kaldı derseniz, büyük yorgunluklar, affı mümkün olmayan kırgınlıklar ve “keşke hiç tanımasaydım” diye geçmişin tozlu raflarına bıraktığım insanlar kaldı. Şimdilerde geriye dönüp her baktığımda, hiç kimseye muhtaç olmamanın ve tek başıma ayakta durmanın huzurunu yaşıyorum. İnsanları tanımak için, önce onları zamana bırakmak gerekiyormuş. Bu gerçeği de, yeni yeni anlıyorum. Evet, adım çoğu zaman geçimsize, tavırlarım ise çekilmeze çıkıyor. Ama hiç kimse, bu hale nasıl geldiğimi, neden böyle davrandığımı anlamıyor. Herkes son sahneye bakıyor. Ne yaparsın ki hayat böyle. Hayaller ayrı, gerçekler ise ayrı dünyalarda yaşıyor. Adına olgunluk diyor, adına yalnızlık, yaşanmışlık diyor ve her şeye zamanla alışıyor.