Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle
Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla
Sabırlı, içten, yalın
Örnekler çıkarıp adım adım
Küçücük bir kentin kapalı hayatından
Bana dünyaları gösteren dost...
Telaşını taşıyorum yıllardır
Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının
Ve içine yüreğini koyup koyup
Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun
O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin...
Sesini çoğaltıyorum sesler içinde
Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen
İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.
Ne senin o dilsiz uzaklığın
Ne benim bu rezil gerçeğim
Bir çift kanat kesilir gövdem
Çıkar gelirim; esmerliğine senin
Günışığı giyinmiş o sıcacık tenine.
Geçmedi yare sözümüz
Yollarda kaldı gözümüz
Yere sürüldü yüzümüz
Böyleymiş kara yazımız
Çiçekler açılmaz oldu
Pınarlar içilmez oldu
Yar bize gülmez oldu
Böyleymiş kara yazımız.
Yalnız ona yar demiştik
Onda bir şey var demiştik
O bizi anlar demiştik
Böyleymiş kara yazımız.
Hey gönül gene bu gece
Kederim geceden yüce
Gel susalım beraberce
Böyleymiş kara yazımız
Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum.
Susmanında bir dili var elbet
teri yastığına sızan rüyanı seviyorum.
Uyandığın sabahlardan başka bağım yok dünyayla
odalara ömür veren gövdeni seviyorum.
Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş
O da yüzmede bir ses yığını üzerinde,
Bin hâtırayı bir anda duyan gözlerinde
İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş.
“Ben seni,hiç unutamıyorum,
Sen ise beni hiç anımsamıyorsun,
İşte bütün sorun bu…
O beni,hiç unutamıyor,
Bense onu hiç anımsamıyorum,
İşte bütün sorun bu…
Artık konuşmuyor,
Ne senin,ne benim gözlerimiz,
Seni yansıtmıyor gözbebeklerim,
Varsın öyle olsun,
Sen gelmesen de,
Anımsamasan da beni,
Hiç olmasan bile,
Ben seni yine de beklerim,
Bütün sorun işte bu…”
Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camî'nin meclisinde,
-Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselâmı gördüm. Mübarek ağzının tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.
Molla Camî, adamın, şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır'ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:
-Be ahmak, öyle değil! Bence Hızır aleyhisselâm bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!..
Shakespeare hakkında bu kadar az şey bilmemizin nedeni, belki de onun kinlerini, hınçlarını ve antipatilerini bizlerden saklamasıdır. Yazar, kendisini bize hatırlatacak herhangi bir ifşaatta bulunarak bize yardımcı olmuyor. O, karşı çıkma, öğüt verme, bir haksızlığı açığa vurma, hesaplaşma ve dünyayı bir sıkıntıya ya da kedere ortak etmeye ait arzularının tümünü bedeninden dışarı boşaltmış ve onları tüketmiştir. Şiirleri işte o yüzden özgürce ve bir engel tanımadan akar ondan. Eğer dünyada eserlerini bütünüyle ve tam olarak ifade edebilmiş bir insanoğlu varsa, o da Shakespeare'dir. Engellenemeyen bir akkor gibi parlayan bir akıl varsa, diye düşündüm, bir kere daha kitap raflarına dönerken, o da Shakespeare'in aklıdır.
Yine de, bir tür dehanın işçi sınıfından kişilerde olduğu gibi, kadınlar arasında da var olmuş olması gerekirdi, diye düşünüyorum. Nitekim zaman zaman Emily Brontë ya da Robert Burns gibi pırıl pırıl ışıyan birileri çıkmış ve bir dehanın var olduğunu kanıtlamıştır ama bu asla kayda geçmemiştir. Yine de, ne vakit sindirilip susturulmuş bir cadı, içine şeytan girmiş bir hatun, şifalı otlar satan bir bilge kadın ya da çok hatırı sayılır bir adamın annesi hakkında bir yazı çıksa, heba edilen bir romancının, bastırılan bir şairin, sesini duyuramayan ve ünlü olamayan bir Jane Austen'ın ve Tanrı vergisi yeteneğinin ıstırabına dayanamayıp kafayı üşüten, çorak tarlalarda ve orada burada yüzünü şekilden şekile sokarak ve el kol hareketleri yaparak dolaşan bir Emily Brontë'nin izlerine rastladığımızı düşünürüm. Hatta imzasını atmamakla birlikte, sürüyle şiir yazmış olan Anonim'in de, çoğunlukla bir kadın olduğu gibi bir tahminde bulunmaya bile cüret edebilirim. Sanırım Edward Fitzgerald da, hikâyeli şiirleri ve halk şarkılarını yaratan, bunları çocuklarına mırıldanan ve yün eğirdiği uzun kış gecelerini o sayede avutanların kadınlar olabileceğini söylemişti.
Bir güle boyun eğdiren nedir,
O aşk değilse
Nedir kalbe çıkartılan
Tutulama emri
O aşk değilse
Ah, o sığınaklardan
Yitikleri toplayan
Ve düşlere vuran gemi
Nedir aşk değilse.