Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kimi gün bir türkü, kimi gün şiirlerle Kitaplarla daha çok, giderek kitaplarla Sabırlı, içten, yalın Örnekler çıkarıp adım adım Küçücük bir kentin kapalı hayatından Bana dünyaları gösteren dost... Telaşını taşıyorum yıllardır Konuşurken birbirine vurduğun parmaklarının Ve içine yüreğini koyup koyup Ak güvercinler gibi ağzından uçurduğun O büyülü, sıcak, doğru sözlerinin... Sesini çoğaltıyorum sesler içinde Bir tutku gibi geciktikçe büyüyen İnancının onurunu taşıyorum yıllardır.
Sayfa 119
Şerha şerha yarılmış bir sinem olmalıydı ki, O zaman anlataydım ne derttir bu özlem derdi
Sayfa 93 - 6. baskıKitabı okuyor
Reklam
Esmerliğine...
Ne senin o dilsiz uzaklığın Ne benim bu rezil gerçeğim Bir çift kanat kesilir gövdem Çıkar gelirim; esmerliğine senin Günışığı giyinmiş o sıcacık tenine.
Sayfa 93
Kardeşlerim, bu ne biçim iş, şu dokuz yıldır eli elime değmeden, ben burda ihtiyarladım, o orda.
İçimde saklı o deryayı Nasıl tutabilirim orada Bu korkunç tufanı keşke Anlatacak gücüm olsa sana.
Kara Yazı
Geçmedi yare sözümüz Yollarda kaldı gözümüz Yere sürüldü yüzümüz Böyleymiş kara yazımız Çiçekler açılmaz oldu Pınarlar içilmez oldu Yar bize gülmez oldu Böyleymiş kara yazımız. Yalnız ona yar demiştik Onda bir şey var demiştik O bizi anlar demiştik Böyleymiş kara yazımız. Hey gönül gene bu gece Kederim geceden yüce Gel susalım beraberce Böyleymiş kara yazımız
Reklam
Gece ışıklarından topladığın o evler esrarını seviyorum. Susmanında bir dili var elbet teri yastığına sızan rüyanı seviyorum. Uyandığın sabahlardan başka bağım yok dünyayla odalara ömür veren gövdeni seviyorum.
Onun da dudaklarında bir eskiye dönüş O da yüzmede bir ses yığını üzerinde, Bin hâtırayı bir anda duyan gözlerinde İnsana ruhlar dolusu haz veren düşünüş.
“Ben seni,hiç unutamıyorum, Sen ise beni hiç anımsamıyorsun, İşte bütün sorun bu… O beni,hiç unutamıyor, Bense onu hiç anımsamıyorum, İşte bütün sorun bu… Artık konuşmuyor, Ne senin,ne benim gözlerimiz, Seni yansıtmıyor gözbebeklerim, Varsın öyle olsun, Sen gelmesen de, Anımsamasan da beni, Hiç olmasan bile, Ben seni yine de beklerim, Bütün sorun işte bu…”
Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camî'nin meclisinde, -Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselâmı gördüm. Mübarek ağzının tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi. Molla Camî, adamın, şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır'ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış: -Be ahmak, öyle değil! Bence Hızır aleyhisselâm bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!..
Reklam
Ne zaman beni göremezsen Arkana döndüğünde Yalnızlığın o zaman başlayacak.
Sayfa 136 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
"Çok yorgunum, Beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın Kubbeli, çınarlı mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın..."
Sayfa 1617Kitabı okuyor
Shakespeare hakkında bu kadar az şey bilmemizin nedeni, belki de onun kinlerini, hınçlarını ve antipatilerini bizlerden saklamasıdır. Yazar, kendisini bize hatırlatacak herhangi bir ifşaatta bulunarak bize yardımcı olmuyor. O, karşı çıkma, öğüt verme, bir haksızlığı açığa vurma, hesaplaşma ve dünyayı bir sıkıntıya ya da kedere ortak etmeye ait arzularının tümünü bedeninden dışarı boşaltmış ve onları tüketmiştir. Şiirleri işte o yüzden özgürce ve bir engel tanımadan akar ondan. Eğer dünyada eserlerini bütünüyle ve tam olarak ifade edebilmiş bir insanoğlu varsa, o da Shakespeare'dir. Engellenemeyen bir akkor gibi parlayan bir akıl varsa, diye düşündüm, bir kere daha kitap raflarına dönerken, o da Shakespeare'in aklıdır.
Yine de, bir tür dehanın işçi sınıfından kişilerde olduğu gibi, kadınlar arasında da var olmuş olması gerekirdi, diye düşünüyorum. Nitekim zaman zaman Emily Brontë ya da Robert Burns gibi pırıl pırıl ışıyan birileri çıkmış ve bir dehanın var olduğunu kanıtlamıştır ama bu asla kayda geçmemiştir. Yine de, ne vakit sindirilip susturulmuş bir cadı, içine şeytan girmiş bir hatun, şifalı otlar satan bir bilge kadın ya da çok hatırı sayılır bir adamın annesi hakkında bir yazı çıksa, heba edilen bir romancının, bastırılan bir şairin, sesini duyuramayan ve ünlü olamayan bir Jane Austen'ın ve Tanrı vergisi yeteneğinin ıstırabına dayanamayıp kafayı üşüten, çorak tarlalarda ve orada burada yüzünü şekilden şekile sokarak ve el kol hareketleri yaparak dolaşan bir Emily Brontë'nin izlerine rastladığımızı düşünürüm. Hatta imzasını atmamakla birlikte, sürüyle şiir yazmış olan Anonim'in de, çoğunlukla bir kadın olduğu gibi bir tahminde bulunmaya bile cüret edebilirim. Sanırım Edward Fitzgerald da, hikâyeli şiirleri ve halk şarkılarını yaratan, bunları çocuklarına mırıldanan ve yün eğirdiği uzun kış gecelerini o sayede avutanların kadınlar olabileceğini söylemişti.
Bir güle boyun eğdiren nedir, O aşk değilse Nedir kalbe çıkartılan Tutulama emri O aşk değilse Ah, o sığınaklardan Yitikleri toplayan Ve düşlere vuran gemi Nedir aşk değilse.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.