Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Öğrencilerimle o çok sevdiğim edebiyatı konuşayım istiyorum her gün. Şiirler okuyalım hep bir ağızdan istiyorum.
Sayfa 143Kitabı okudu
Platon gibi Sokrates de trajik sanatı, yararlı olanı değil, yalnızca hoş olanı serimleyen yaltakçı sanatlardan saydı ve bu yüzden öğrencilerinden yetingen olmalarını ve böylesi felsefe dışı uyarılmalardan kesinlikle uzak durmalarını istedi; öyle başarılı oldu ki bunda, genç tragedya yazarı Platon, Sokrates'in öğrencisi olabilmek için, ilk iş olarak yazdığı şiirleri yakmıştır.
Reklam
_Kanatsız uçmaya kalkışma! _Ham, pişkinin halinden anlamaz; öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm. _O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma! _Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder; içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri görünen hazinedir; ehil olmayanların vaadleri ise
Şiir yakmak!
Platon gibi Sokrates de trajik sanatı, yararlı olanı değil, yalnızca hoş olanı serimleyen yaltakçı sanatlardan saydı ve bu yüzden öğrencilerinden yeringen olmalarını ve böylesi felsefe dışı uyarılmalardan kesinlikle uzak durmalarını istedi; öyle başarılı oldu ki bunda, genç tragedya yazarı Platon, Sokrates'in öğrencisi olabilmek için, ilk iş olarak yazdığı şiirleri yakmıştır.
Sayfa 85
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir. Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden
Aristoteles'in ünlü "Sorunlar" kitabının 30. bölümünde, öğrencilerinden Theophrastus'un yazılı hale getirdiği 2.300 yıl kadar aşılamayan melankoli bölümünün giriş cümlesi şöyledir: "Neden dünyada gördüğümüz ünlü filozoflar ve şairler hep melankoliktir?" Meraklı insanlar 2.500 yıldır bu soruya yanıt arıyorlar. Fikret'in duruşu da böyle bir bağlam içinde değerlendirilmeli. Dünyaya çıplak gözlerle değil, ruhunun gözleriyle bakan insanların duruşu bu.
Sayfa 213 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Paul Verlaine-39
Bu kez hapisten çıktığında, artık onu bekleyen annesi de yoktur. Annesi bile ondan usanmıştır, annesi bile. Kadın, bir yıl sonra ölür. Ondan sonra Paul Verlaine'in çöküşü hızlanır. Annesiyle birlikte son desteğini de yitirmiştir. Ne bir yuvası ne de desteği vardır; parasının son kırıntıları da savrulup gitmiştir - "et tout le reste est littérature", geride yalnızca edebiyat kalmıştır. Verlaine, Quartier Latin'de kısa sürede tipik bir figür olup çıkar; dazlak başını örten şapkasıyla bu fon suratlı yaşlı adam, peşinde hep bir sürü asalakla dolaşmaktadır. Bir ayağı topaldır; bastonuna dayanarak ve topallayarak kafeden kafeye gezer; orospulardan, edebiyatçılardan ve üniversite öğrencilerinden oluşma grubu hep çevresindedir. Herkesin masasına oturur, yirmi frank veren herkese bir dahaki kitabında bir ithaf vaat eder, bir kadeh içki ısmarlayan herkes onun dostu olur. Kafe masalarında artık rahibe değil, ama önüne gelen gazeteciye ve meraklıya yaşamını, günah çıkarırcasına, gönüllü olarak anlatır, pişmanlık içerisinde kendi kendine ağlayıp inler; bu, kafası henüz fazla dumanlı olmadığı sürece böyle sürüp gider, ama alkolden yana bir kez yükünü aldıktan sonra tepinip bağırır, bastonunu masanın üstüne vurur. Arada sırada da şiirler yazar →
Sayfa 110 - Can Yayınları ModernKitabı okudu
Uyanır uyanmaz yola çıktım. İşte o andan itibaren içimde bir ses konuşmaya başladı. Beni çağırıyordu çok yakından. Orta Anadolu'ya doğru yol alıyordum ve her kilometre beni Ulu Kam'a yaklaştırıyordu. Görüşecektik. Buluşmamız nerede, nasıl olacaktı bilmiyordum. Onu mutlaka göreceğimi biliyordum. İçimdeki ses büyüyordu yol aldıkça. Anadolu'nun kendine has kokusunu içime çekiyor, manzarası ile gözlerimi doyurmaya çalışıyordum bu coğrafyaya has renklerle. Yol aldığım Orta Anadolu kentinin bende farklı bir yanı daha vardı. Küçük, kendi halinde bir ilçesinde kısa bir süre edebiyat öğretmenliği yapmıştım. Hayatımın o anlarını farklı bir kurguyla, bambaşka yaşadığımı düşünerek yol alıyordum. Ne büyük heyecandı sınıf denilen mabede elimde kitaplarla ve zihnimde uçuşan söyleyeceğim sözlerle girmek. Haftanın hikâyesi, haftanın şiiri olurdu derslerimde. Beğenime göre Türkçe'nin en güzel hikâyelerini, en güzel şiirlerini seçer ve okurdum. Şiirleri çoğu kere ezberden okurdum. Öğrencilerim de alışmıştı bu hikâye ve şiirlere. Çılgın bir ilkbahar yaşamıştık öğrencilerimle birlikte. Bende kavak yelleri, onlarda hayat ilkbaharının deli rüzgârları. İçim ısınıyordu bunları düşündükçe. Yüzümü görmüyordum, belli belirsiz bir tebessümün gözlerimde dolaştığını hissediyordum.
Sayfa 112 - Matbuat Yayın, 2. Basım - Aralık 2016, BÖLÜM BULUŞMA
Platon gibi Sokrates de trajik sanatı, yararlı olanı değil, yalnızca hoş olanı serimleyen yaltakçı sanatlardan saydı ve bu yüzden öğrencilerinden yetingen olmalarını ve böylesi felsefe dışı uyarılmalardan kesinlikle uzak durmalarını istedi; öyle başarılı oldu ki bunda, gen. tragedya yazarı Platon, Sokrates'in öğrencisi olabilmek için, ilk iş olarak yazdığı şiirleri yakmıştır.
Sayfa 85 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
halbuki öğretmek ciddi bir iştir...
Yanlış olduğunun farkındayım ya, doğrusunun nasıl olacağını da, öğretmenliğimde bile anlayamadım. Ben de öğrencilerime, bu konuda doğrudan çok yanlış şeyler öğrettim.
Reklam
Sappho adında bir şair Yunanistan'ın lesbos adasında yaşıyordu. Bu, tarihteki ilk kadın yazar. Orada bir kız okulu yönetiyordu. Ne zaman öğrencilerinden biri adadan ayrılsa, Sappho onun ardından bir aşk şiiri kaleme alırdı. Şiirleri o kadar tutkuluydu ki, lezbiyen sözcüğü, yaşadığı adanın adı olan Lesbos'tan gelir.
Sayfa 100Kitabı okudu
Uzun yıllardan sonra Fahrenheit 451'i okurken, bu romanın klişelerini ve basitleştirmelerini hafızanın (ve ezberlemenin!) çözüm olduğunu kâhince umması sebebiyle bağışlıyorum. Shakespeare veya Amerikan Şiiri dersi verirken, öğrencilerime Macbeth'i ve Song of Myself'i tekrar tekrar, bu temel eserleri ezberleyene dek okumalarını söylerim. Ben şahsen o kitapları yalayıp yuttum (Talmudik bir mecaz kullanırsam) ve her günün bir bölümünde şiirler ile tiyatro oyunlarını kendi kendime tekrarlarım. Bradbury, Ekran (sinema, televizyon, bilgisayar) Çağı'nın okumayı sona erdirebileceğini elli yıl önceden görecek kadar öngörü sahibiydi. Shakespeare ile çağdaşlarını okuyamıyorsanız hafızanızı yitirirsiniz, hatırlayamazsanız da düşünemezsiniz.
Sayfa 202Kitabı okudu
"Ne var ki, trajik sanat Sokrates'e "hakikati söylüyor" bile görünmemişti: "Pek de anlama yetisi bulunmayan birine" hitap ediyor, yani bir filozofa hitap etmiyor oluşunun dışında: ondan uzak durmak için iki neden. Platon gibi Sokrates de trajik sanatı, yararlı olanı değil, yalnızca hoş olanı serimleyen yaltakçı sanatlardan saydı ve bu yüzden öğrencilerinden yetingen olmalarını ve böylesi felsefe dışı uyarılmalardan kesinlikle uzak durmalarını istedi; öyle başarılı oldu ki bunda, genç tragedya yazarı Platon, Sokrates'in öğrencisi olabilmek için, ilk iş olarak yazdığı şiirleri yakmıştır."
Sayfa 84 - T.İ.B. Kültür Yayınları E-KitapKitabı okudu
Hababam Sınıfı Masum mu?
SAHNE 2: Zühtü Hoca: “Ben yeni lafını kat’iyyen sevmem. Hele hele edebiyatta zinhar, hiç sevmem. Edebiyat demek, divân edebiyatı demektir. Edebiyat demek, divân şiiri demektir. Divân şiiri ise nazım ve kafiye demektir. Kafiyesiz şiir olmaz. Bir takım eşhâs “serbest nazım” diye saçmalıklar yapmışlar. Ama biz onları kıraat etmeyeceğiz.” (Bu cümlelerle geri kafalı, eskiye takılıp kalan mürteci imajı oluşturulmaya çalışılmaktadır.) Zühtü Hoca Osmanlıca kelimelerin ağırlıkta olduğu cümleler kurmaya devam eder. Onu dinleyen öğrencilerden şu sözleri işitiriz: “Ne diyor bu Zühtü Hoca?”, “Valla biz bu hocadan hiçbir şey anlamadık. Çince gibi bir şey!” (600 küsur sene hüküm sürmüş bir Türk devletinin dilini Çinceye benzetmek ne akılla ne de izanla açıklanabilir.) Zühtü Hoca daha sonra öğrencilerin yanına gelerek şiirler okumaya başlar ve bir öğrenciye tekrarlamasını söyler. Öğrenci “Teyzesi defterdar olan, faytonla damda dolaşır” der. Hoca kızar, farklı bir şiir okur. Başka öğrenciye tekrarlamasını söyler. Öğrenci “Kış geliyor, ört hocam! Yorgan yorgan üstüne!” diye cevap verir. Hoca yine kızar: “Otur, haddini bilmez münafık! Rezil!” Hoca bu defa farklı bir şiir okur. Başka bir öğrenciye (İnek Şaban’a) tekrarlamasını söyler. İnek Şaban “Bekçi Hurşid’in eline lüverver vermişler. Yakalarsa, sizi de vurur, bizi de” diye cevap verir. (Gördüğünüz gibi divân edebiyatını kelime oyunlarıyla alaya alma işi büyük bir ustalıkla(!) tasarlanmış. Ayrıca İnek Şaban’ın kullandığı “lüverver” kelimesi, aslında “revolver” denilen küçük tabancadır.)
Sayfa 117 - Derin tarih dergisiKitabı okudu
31 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.